Muhalif kimliğiyle bilinen Nuray Mert, muhalif gazeteden uzaklaştırıldı.
Üstelik gazetenin ‘içerideki’ yetkili isimlerinin onayıyla.
Gazete ona niçin kapılarını açmıştı, şimdi hangi gerekçe ile artık yazdırmayacağını belirtti? Birinci sorunun cevabı sır değil. İkinci sorunun cevabı ise gazetenin ‘katı’ okurları arasında bile bir gürültü kopardı.
Nuray Mert, evrim teorisi ve müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesi hakkındaki yazıları sebebiyle aforoz edildi. Daha önce de sosyopolitik bir çok görüşü değişik kesimlerden şiddetli tepkiler alan bir yazardı. Değişeceğini sanmam.
Eli kalem tutar, dili sivridir, kendisine sözümona bilimsel, seküler, çağdaş ve laik tamtamlar çalan gazetenin topyekün okuryazarlarını da cumhuriyet ırmağına susuz götürür, susuz getirir. Lâkin burası Türkiye, burası Dünya. Burada bir çok klikte çoksesli orkestra kadrosu olsa (!) da sonuçta her zaman tek boru öter.
Şimdi de öyle oldu. Boru öttü, yazarın sütunu kapandı.
Ama bununla da sınırlı kalmadı olup bitenler. Yapılan çirkin yorumlar bir yana, yazarın ne gericiliği kalmış, ne cehaleti, ne de bilim düşmanlığı. İnsan gülüyor.
Umurunda mıdır yazarın? Değil. Zaten söyleyeceklerini bir internet sitesine verdiği mülâkatta söyledi.
Beni, kendisini aşırı şucu/bucu olmakla tanımlayan gazete patronajının kendi yazarı bile olsa farklı fikre tahammülsüzlüğünden çok, başka bir şey dumur etti: Gazete yazarının köşesine son verilme haberi Çarşamba gününün gazete nüshasında yer almamış.
Okurlarının pek sevdiği deyimle ‘bilim temelli’ gazete, pekâla haber olan ve kendi okurunu birinci dereceden ilgilendiren bir haberi vermemiş.
Gerçi aynı şeyi Hürriyet’de Akif Beki için yapıp, o da bir yazarının işine son verildiği haberini sıcak gündem içinde okurlarına aktarmaktan kaçınmış.
Ama gazetelerin okurları haberi sanki gökten almışlar gibi haberi vermeyen gazetelerinin elektronik sütunlarında yorum üzerine yorum yapmış. Bir tanesi de dememiş ki ‘ey sayın gazetemiz bak biz sen haber vermeden yorum yapıyoruz, bu bize garip gelmiyor diyelim, sana da mı gelmiyor?’
Biz, gazetelerin en çok çiğnedikleri sakızı tükürüp üzerinde dansettikten sonra alıp yine iştahla çiğnediğini biliriz. Ezel-ebed bu böyle. Sen neymişsin be evrim teorisi. Altıncı okun yanına yedinci ok olarak eklensen yeridir. Yüksel ki yerin, anayasanın değişmez ve değişmesi teklif dahî edilemez maddeler fasilesidir.
Ve sen neymişsin be müftü nikahı. Teknik olarak, yetkilendirilmiş tapu memuru da kıysa farketmeyen resmî işlevinin, sosyolojik uygunluk bakımından müftüye nikahlanması nasıl bir bilinçaltını harekete geçirdi böyle.
Tititi ta tatata ti
Boşa mı basıyoruz Cumhuriyet’i.
İki ucu anormalli dünya
Birinde Trump var, birinde Kim.
Biri Amerika’da, biri Kuzey Kore’de.
Biri durmadan nükleer füzeler fırlatıyor, biri zaten yapmış, yapıyor ve yapacak yaptığını.
Her gün bunların karşılıklı meydan okumalarıyla yatıp kalkıyoruz.
Hepsi Ortadoğu’daki kan banyosundan dikkatleri kaydırmak için olmasın!
Anlam burada. Merkez burası. Dünya da şu anda burada, hep olduğu gibi.
Periferideki kayıkçı kavgalarından ne balık çıkar, ne hazine.
Geceye bırakılan düşler
Dün gece “Geceye bir düş bırak” dedikten hemen sonra takipçi dostlar tarafından bırakılan düşler, resimler, müzikler içinden birkaç cümleyi aktarıyorum: Mekke, Medine, Kudüs Bosna, Endülüs’ü doyasıya ziyaretler. Tolstoy ile Rusya’yı karış karış gezmek… Ya da Ahmet Hamdi ile Anadolu’yu… Ya da en iyisi Yahya Kemal ile Süleymaniye’de bayram sabahı
* İler tutar yanı yok düşlerimin… Ki bırakayım.
* 15 yıl önce kaybettiğim kardeşim hayattaymış ve uzanmışız söğüt gölgesine, masmavi göğü izliyoruz. Çok özledim.
* Gerçekleşmek.
* Haklarını helal edip “iyi bilirdik” diyorlar ve gidiyorum bu ‘pıtrak’ diyardan.
* Ayasofya’da cuma namazı kılmak.
* 15 Temmuz hiç yaşanmamış, sevdiğimi kaybetmemişim. Nişanımız olmuş birkaç ay sonra evlenmişiz.
* Düşe kalka vardığım yüce huzurda, düşten uyanmak.
* Her akşam babamı kapıda karşılamak.
* Morica Han’da fincan kahve…
* Pegassos kanatlanıyor, göğü yarıyor aydınlığı!
* İstanbul’un nüfusu 5 milyon olmuş…
* Herkes Karamozov Kardeşler’i okuyor ve ‘insan’ üzerine düşüncelere dalıyor.
* Omzuma yaslanıp yok yere ağlamak.
* Ayrılıkla mühürlendiğimiz dünyadan elele verip ayrılmak…
* Şehid olmuşum.
* Keşke seni çocukken görseydim. Beslenme çantanı ben taşırdım…
* ”Saraybosna-Medine hızlı tren hattı aktarmasız seferlere başladı. İlk yolcular D-8 ülke liderleri.”
* Ölmüşüm, direkt cennetteyim… Halil Kantarcı’nın dediği gibi bütün sıkıntılar, kaygılar duman olmuş, her şey bir anda tastamam…