Milletimizin bahçesindeki çiçek çeşidi epey fazladır.
İmparatorluk bakiyesidir bu çiçekler, bir kısmı yolunsa, koparılsa, bakımsız bırakılsa da.
Çay bahçesinin ismi olmaktan öte bir şey Millet Bahçesi.
Çok az süre kalan seçimler için bahçedeki milletin oyu belki de hiç bu kadar önemli olmamıştı Türkiye’de.
Çok sayıda iç ve dış denklemlerin, dinamiklerin ortasında fazladan, ülkenin gelecek tasarım ve tasavvurlarını da belirleyecek bir seçim olarak şekillendi bu seçim.
Söylemler sertleşmese, sesler yükselmese bile anlayabiliyoruz bunu.
İletişim araçlarının hızı sebebiyle artık siyasî rakipler neredeyse anlık olarak birbirine soru soruyor, cevap veriyor, gerçek veya yalan beyanını ve başka tuhaf şeyler söylemeyi de becerebiliyorlar. Millet de seyrediyor bahçede. Şimdilik çay ve kek olmasa da az kaldı. Hem çok önemli, hem de çok aceleye gelmiş bir seçim görüntüsünün içinden geçiyoruz. Müzikleri beğenmeyen de var, söylemleri tatsız tuzsuz bulanlar da.
Seçimi ciddiye alanlar da var, önemsemeyenler de. Her gün köylere kadar gidip propaganda yapan, seçmeniyle buluşmaya çalışan adaylar da var, ‘şu vartayı atlatsak da kurtulsak’ diye gönülsüzce ayak sürüyen adaylar da. Diğer taraftan Gazze’de, İdlib’de (çocuk hastanesini) bombalamaların devam ettiği bir dünya var, yanıbaşımızda.
Hep öyleydi, hep öyle kalacak: Bu ülke, tarihinin belirlediği yönde geniş bir coğrafyadaki inanç ve kültürel hinterlandının acılarına, sevinçlerine, kaderine bîgâne kalamayan bir ülke olmayı sürdürecek.
Millet bahçesinin sınırları belirliymiş gibi gözükse de öyle değil.
Bu sınırların içi belirli bir etnisite veya fikirle, hizip veya menfaat çıkarları ile tevhid olacak kadar küçük değil. Sorun şu, çözüm bu diyebileceğimiz ölçekte bir Finlandiya değiliz, hiç olmadık. Bu seçimlere etrafımızdaki, geçmişimizdeki, geleceğimizdeki tarihsel bagajlarla girdiğimizin farkındayız. Herkes farkında! O yüzden bazı inanılmaz küstah yalanları, köksüz, karanlık telaşları, ufunet saçan söylemleri anlayabiliyoruz. Kaybeden büyük kaybedecek.
Oyların hiç bu kadar önemli olmadığı bu birleşik seçim, siyasetin biraz daha üstünde ve dışında, dünya sisteminin gidişâtına da etki edecek bir seçim. Seçim sath-ı mâilinde artık koşarak yuvarlanmaya başladık ve işin hiç şakası yok sayın seçmenler. Elbette bu da geçer yâ hû diyenler olacak. Âmenna ve fakat lâkin nasıl geçecek ve ne getirecek? Düğüm burada.
Modern çağın büyücüleri
Kültürel değişmeler, teknolojik gelişmeler, ticari sürtüşmeler ve politik çatışmalar gibi süreçleri iç ve dış gerçeklikleri ile kavrayabilmek için, kronolojik olarak dizilmiş olay ve olguları izlemekten çok, hadisâtın bir fotoğraf filminin negatifine benzer olan boyutuna ve bu boyuttaki lekelere bakmak gerekiyor.
Her ne kadar negatif olmasak da, böyle bir düşünce tarzını “Negativizm” olarak adlandırmakta pek mahzur olmasa gerek. Ancak, asıl itibârıyla “Negativizm” sınır ötesi varlıkların pozitivizmidir.
Bilinen ilk negativist veya bu dünyaya olan izdüşümüyle ilk pozitivist düşünür İblis idi. Yecûc-Mecûc gibi diğer negativistleri henüz tam olarak tanımıyoruz. Fakat herhalde tanışma vaktı artık çok uzak değil. (…) Gürsel Dönmez-Derin Mesele-Ötüken Yayınları
Kırmızı puantiyeli şemsiye
Bulutların gürültüsüne uyanan küçük kız, bacaklarına dolanan yorganı da sürükleyerek çatık kaşlarını gökyüzüne doğrultup, “Nefret ediyorum yağmurdan” dedi. Yüzünü pencereye yapıştırıp kurşun gibi çarpan damlalara, “Durun artık, durun,” diye bağırdı. Annesi mutfaktan seslenirken, yatağa dönüp yorganı kafasına çekti. Odaya gelen annesine boğuk boğuk, bugün okula gitmeyeceğim, diye seslendi. Kadın kararlı bir hâlde, “hemen kahvaltıya”, diyerek odadan çıktı.
Kız, isteksiz adımlarla gittiği masada elini hiçbir şeye sürmedi.
-Hani bana şemsiye alacaktınız, babamın o uzun saplı kara şemsiyesini istemiyorum artık. Herkes alay ediyor. Utanıyorum, dedi somurtarak. (…) Hilal Kahraman-Muzaffer Çok Kızar Valla-Şule yay.
Çaysız bahçe ( Bir fikrim var )
Ramazan ayında kahvehanede oturma alışkanlığı ve vakti olan birisinin gidip rahatsız edilmeden ve bir şey ye-iç psikolojik dayatması yapılmadan oturacağı mekân yok gibi. Veya varsa da gündüz kapalı. Önerim şudur: Böyle, belki sadece Ramazan’a mahsus mekânlar açılmalı. Kâr tutkusu yok ama incelik katsayısı yüksek. Olamaz mı?
Doğrusunu yapmak için bir çaba içine girmediğinizde yanlışın duvarları örülmeye başlıyor.