Eskiler derdi ki: “Las Vegas’ta olan Las Vegas’ta kalır.”
Ama kalmadı. Oradaki saldırılar, ajanslar aracılığıyla dünyanın birinci gündem maddesi oluverdi.
Ama her nasılsa yıllardır Gazze’de olan Gazze’de, Halep’te olan Halep’te, İdlib’te olan İdlib’te kalmaya devam ediyor.
Güvenlik tedbirleri ve silahlar arttıkça, Dünyanın daha güvenli bir yer olacağına dair kuşkular da artıyor.
Yıllar önce bir yazar arkadaşım “Doğu neresidir?” sorusuna yakıcı bir cevap vermişti: “Batının bombaladığı her yer Doğudur.”
Şimdi batıdaki kimi başkentler terör veya ‘yalnız kurt’ saldırılarıyla şöyle bir sarsıldığında kim nereye, hangi yöne doğru bir anlığına bakıyor ve ne görüyor? Adaletsiz gücün tahakkümü Dünyanın ebedî kaderi gibi. Ne zulüm bitiyor, ne de acı. Örgütlü küresel kötülük, bireysel kötülük alanlarını da besleyen, tetikleyen, ona yataklık yapan bir yapıya dönüşüyor eninde sonunda. Artık kırılganlığı ve geçişkenliği ölçülemeyen dünyada, bu ‘kamusal’ trajediler daha ne kadar taşınabilir, bilemiyoruz. Şair gibi “kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin” diye sormak da mümkün. Tehlikeli bir dünyadayız ve tehlike oluşturan her şey ‘yasal’ sınırlar içinde yükseliyor. Uzmanlardan ne çok teori, ne çok çözümleme önerileri dinledik değil mi? Şimdi hâlâ daha patlayan silahları, bombaları gördükçe, her açıklamanın bir karartma çalışması mı olduğunu soran adama ne söylemeli?
Ne söylemeli daha dün İdlib’te Rus bombardımanı altında yeryüzünden ‘çekilip giden’ çocuklara, kadınlara? Yedi yıldır Suriye’de öldürülen yüzbinlere ne söylemeli? Kusursuz bir dünya yok. Normali gözden kayboldu. Her gün anormali anlamaya/yorumlamaya çalışmak da kolay bir şey değil. Vakti geldi… Kanlıca’ya uzanmalı, o ihtiyarları bulmalı, o soruları sormalı. Sonra bakmalı Boğaz’a, akmalı akmalı…
İYİ İNSAN
(…) Peki iyi bir insan nasıldır? Kendimizi ahlâkî bağlamda daha iyi olarak nasıl gerçekleştirebiliriz? Kendimizi ahlâkî bağlamda daha iyi olarak gerçekleştirebilir miyiz? İşte bütün bu sorular, filozofun cevaplaması gereken sorulardır, çünkü bizim insana dair bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Tarihe baktığımızda, iyi olduğuna inanılan İsa Peygamber, Sokrates ve bazı azizler gibi insanların iyi olduğu görülür ve dikkatle baktığımızda görürüz ki , tüm bu insanlara dair bilgilerimizin kısıtlı ve net olmamasına rağmen onların iyi olduklarına inanmamızı sağlayan, -sahip oldukları önemler bir kenara- onların dille kurdukları ilişkide ortaya çıkan sadelik ve açıklıktan kaynaklanmaktadır. Bugüne gelip iyilikle resmedebildiğimizi düşündüğümüz isimlere baktığımızda, onların oldukça bulanık, daha örtük bir yerde durduklarını görebiliriz. İyiliği betimleyebilmek oldukça zordur ve tasviri pek mümkün gözükmüyor. Ama iyiliğin, en sıradan insanlarda en iknâ edici bir biçimde kendisini ortaya koyduğu da gözden kaçmaz; örneğin, geniş ailelerde o en cömert, sessiz anneler buna örnek olabilir ancak yine de bu durumlar en az bilgiyi sunanlardır. (…) İris Murdoch- İyinin Egemenliği- Çev.: Tuğba Gülal- Ayrıntı yay.
CUM
Bir sinema yönetmeninin değerini takdir etmek artık bir sunucuya mı kalmış?
Bu oldukça tuhaf ve can sıkıcı değil mi? Bu yersiz ve dengesiz tutumun açtığı yolda iştahla ilerleyenlerin durumu da ayrı bir tuhaflığa işaret etmiyor mu?
ANONS
“Roma’da
Romalılar gibi davran.”