Her şeyin mümkün olduğu bir dünyadayız ama mümkünatın sınırları içine yalnızca bazıları girebiliyor.
Ölümler bazıları için.
Savaştan, açlıktan, susuzluktan milyonlarca çocuğun hangi aralıkta öleceğine dair raporlar yayınlıyor Unicef.
‘Mutluluk’ bazıları için.
Obezlik, refah, temiz hava, gürültüsüz ortam... Bunların hepsi ve daha fazlası bazıları için.
Kim bu bazıları? Onlar.
Muktedirler mi dediniz? Olabilir.
Silahların gücü altında var olanlar mı dediniz? Mümkün.
Kötülüğü örgütleyip, sonra yan gelip yatanlar mı dediniz? Neden olmasın.
Bir fotoğrafa gelelim yine hiç yeri gelmemişken.
AB’nin liderleri Vatikan’da toplanıp poz vermişlerdi ya hani. Bendeniz de merkezinde Papa’nın yeraldığı o fotoğrafı “AB’nin son yemeği”nin fotoğrafı olarak zikretmiştim.
Biliyorsunuz eş zamanlı bir fotoğraf daha servis edildi. Bu ikinci fotoğrafta da Papa hazretleri arkası dönük olarak yine merkezde ve liderler belirgin bir huşû, saygı içinde ve yine mutantan, görkemli bir salonda el pençe huzurdalar.
Neden olmasın? Ve zaten olmuş bir şeyden söz ediyoruz.
Efendiler, buna küresel laiklik denir.
Çok ahlanıp vahlanan gördüm bu fotoğraftaki din/siyaset/ güç ilişkisi için.
Halifelikten dem vurup ‘nerede bizimkiler’ diye hayıflananlar gördüm.
Bilmem ki nerede?
Meclis’i kaldırıp tahtına mı baksalar müstetiri izhar içün?
Yoksa küresel laikliğin bu güncel pozuna bakıp kaybolan yılları mı düşünse hem yobaz hem obez monşerlerimiz, bilemedim.
Tarihten kaçılmaz. Ne yerelde, ne de küreselde. Sen ödünç marşlarla kaçmaya çalıştıkça getirip burnuna dayarlar reelpolitiği.
Yesen de, yemesen de azizim.
Ses
Tam bu sırada, kekik kokuları ve ince çıtırtılarla dolu havayı hafiften gelen bir saz sesi titretti. Müzikle uğraşan ve bir müzik mektebinde vazifesi olan arkadaşım doğruldu. Kaşlarını çatarak dinlemeye başladı.
Yol amelesinin çadırı tarafından gelen saz sesi, ustaca çalınan birzmeyandan sonra, susar gibi oldu ve bir erkek sesi o zamana kadar duymadığımız, fakat bize yabancı da gelmeyen bir halk şarkısı söylemeye başladı:
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli, dağıt beni, kır beni;
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yârin çıplak ayağına sür beni...
Bu sefer ben de doğruldum. Saz tekrar kıvrak bir aranağmesine başladığı halde, kulağımda hâlâ deminki sesin çınlamaları vardı.
Arkadaşım:
“Bu ne?” demek ister gibi yüzüme baktı.
“Fevkalâde!” diye mırıldandım.
Ses tekrar ve bütün vadiyi çınlatırcasına başladı: (…)
Ömrümde bu kadar gür, tatlı bir erkek sesi dinlememiştim. Bir insan gırtlağından bu kadar mânâlı ve sarıcı seslerin nasıl çıkabildiğine hayret ediyordum. Arkadaşım kalktı, beni de kaldırdı. Amelenin çadırına doğru yürümeye başladık.
Ovada, çadırın önünde, dört beş kişi oturmuşlardı. Etraflarında kazma ve kürek serpilmiş duruyordu. Çadırın kapısına asılmış bir fener sallandıkça, vadinin içine doğru uzanan ve başları karanlıkta kaybolan gölgeler belli belirsiz kımıldıyorlardı.
Yirmi yaşından fazla göstermeyen bir delikanlı çadırın önünde, yan yatırılmış bir el arabasının üstüne oturarak saz çalıyordu. Başı göğsüne yatmış ve gözleri yere dikilmiş olduğu için çehresini tamamen görmeye imkan yoktu. Fenerin aydınlattığı alnı ter damlalarıyla kaplı idi. Sazının uzun sapı, şaşırtıcı bir süratle aşağı yukarı kayan parmaklarının altında, canlı bir mahluk gibi titriyordu. Tellere vuran sağ eli, küçük fakat kendinden emin hareketler yapıyor, bu el sazın gövdesine her yaklaştıkça, insan sanki o tahta ile bu et arasında gizli, fakat çok mânâlı ve mühim bir konuşma oluyormuş zannediyordu… Sabahattin Ali-Ses-YKY Yay.