Son iki-üç günde yaşanan ve medya üzerinden herkesin haberdar olduğu bazı tuhaf ötesi kötü olaylar yaşandı. Ne olacak, sürekli bazı tuhaf ve kötü olaylar yaşandı, yaşanıyor diyebilirsiniz. Ama sanki sınırın biraz ilerisinde dolaşıyormuşuz gibi geldi bana.
Olaylardan yalnızca iki tanesine değineceğim:
İki olayın birincisi, köprüde intihar teşebbüsünde bulunan bir vatandaşla ilgili. Basındaki haberlere göre müzakereci polis intihar etmek isteyen şahsı ikna etmeye çalıştı ve başarılı da oldu. Ama sözkonusu şahıs tam korkuluklardan inerken hiç beklenmeyen o tuhaf şey gerçekleşti. Doğal olarak tıkanan ve zaten çoğu zaman tıkalı olan köprü trafiğindeki arabalardan birinin camı açıldı. Hemen arkasından da içinde iki kadın bulunan bu arabadan bağıran bir sesin şöyle dediği duyuldu:“ Senin yüzünden trafikte saatlerdir bekliyoruz. Atlayacaksan atla!”
Ve sonra ne oldu? Yine haberlere göre bu bağırmanın ardından şahıs yeniden harekete geçti ve kendini boşluğa bırakarak intihar etti.
Sonrasında kadınlar karakola götürülüp ifadeleri alındı ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar. Elbette kendileri ve yakınları çeşitli mazeretlerle suçlamaları kabul etmediler. Bazıları hatırlayacaktır; intihar arefesindeki birini seyreden kalabalığın “atla atla” diye tempo tuttukları bir dünyada yaşadığımızı biliyoruz.
İkinci tuhaf ve kötü olay ise şöyle: İzmir’de bir seyyar satıcı, peşinden koşarak yakaladığı küçücük bir çocuğu havaya kaldırıp öfkeyle yere çarptı!... Durumu gören insanlar seyyar satıcıyla tartışıp onu darb ettiler...
Bu iki tuhaf/kötü olayı sabaha kadar konuşabiliriz. Ama varacağımız hiç bir sonuç, bizi bu olayların olmadığı bir dünyaya geri götürmez. Kötülük sıradanlaşıyor mu yoksa zaten hep sıradan mıydı? Avrupa sınır kapılarındaki mültecilere çelme takma, yaralama, ziynetlerine el koyma ve hatta tüfekle vurma gibi tedbirleri(!) fiilen ya da yasalarla gerçekleştirme yolunda ilerleyen bir dünyada artık böyle şeylere şaşırmak belki de bir anormallik belirtisi. Eğer öyleyse yaşasın anormallik.
Ama yine de sormadan geçemem; Kötülüğün bir açıklaması var mı, o bu dünyanın bir parçası ve her birimizi de kendi parçası olarak mı şekillendiriyor?
Rahmet ola...
Bir âlim vefat etti. Üzgünüm.
Bekir Topaloğlu, artık benzerlerini bulamayacağımız bir insan/hoca tipinin son örneklerindendi. Kendi guşe-i uzletinde emek, tevazû ve vakarla bir ömür geçirdi. Bu dünyada yaşadığı 80 yılı ilim yolunda hiç yüksünmeden harcadı.
Medyatik olanı başta olmak üzere, yükselen her türlü gürültü kirliliğinin dışında, kendisini kelama, tefsire, fıkıha, akaide, tercümeye vermeyi seçti.
Yusuf Ziya Cömert ağabey dün yazılacak hemen herşeyi yazdığı için fazla sözüm yok.
Cenaze namazını yakın dostu Hayrettin Karaman hoca kıldırdı. Ne güzel bir uğurlama.
Yazdığı kitaplardan yüzbinlerce talebenin istifade ettiğini biliyorum. Onlardan birisi de benim ve üzgünüm.
Allah’ın rahmet ve merhameti üzerine olsun.
HURDA TEFERRUAT
Bu kavram bir canavarın resmi anlamını taşımıyor. Buradaki resm kelimesi harç/vergi anlamında. Dolayısıyla bu kavram canavardan alınan vergi anlamına geliyor. Ama bu da size anlamsız gelebilir. Öyle ya, bir canavardan nasıl vergi alınabilir ki?
Durum aslında şöyle: Osmanlı toplumu, yani müslüman reaya domuzu o kadar sevmiyor ki o kadar olur. Domuzun ismini bile zikretmek istemediği için ona canavar diyor. Canavar resmi de domuz besleyenlerden alınan verginin adı. Bu verginin bir diğer adı ise resm-i hınzır, yani, yine domuz vergisi idi.
Gel de görme
İki gündür gazetemizi okuyorum. Gazetenin yönetimindeki isimler meçhulümüz değil. Etyen Mahçupyan’ın ifadesiyle “muhafazakâr entelektüel”lerin çıkardığı bir gazete. Bu isimlerden Mehmet Ocaktan ilk günkü yazısında gazetecilik serüveninin başlangıcını şu sözlerle dile getirdi:”Cağaloğlu’nda Yeni Devir gazetesinin kapısını çaldığımda ceplerimde henüz tamamlanmamış şiirler ve bir de Pink Floyd’un kaseti vardı.” Ocaktan ve arkadaşlarının şiir ve müzikle münasebeti kalmadı mı ki, iki gündür gazetede eğitim, kültür,sanat, edebiyata ayrılmış bir sayfa dahi yok. Bu hâl AK Parti çizgisi takip ediliyor diye yorumlansa sezadır. Bunun yerine tam sayfa TV sayfası var. Edebiyatın devri geçti televizyona bak mı deniyor? Ki biz televizyonu adeta şeytan işi görmüştük, böyle görmekte pek te haksız sayılmazdık. Va esefa diyelim mi?
Muhsin Mete