Şehre geçen yıl yağmayan kar, bu yıl da hâlâ yağmış değil. Ankara öyle olmadı, Ankaralılar ve daha başka bir çok şehir şimdiden kara doydu.
Kayseri’deki başıboş köpeklerin bir çocuğa saldırıp parçalaması trajik bir haber olarak gündeme düştü. İzahı gayr-ı kâbil.
Amerika, nereden bulduysa bir sürü ip buldu ve şimdi Suriye’den çıkmama konusunda bu iplere her gün un sermekle meşgul.
Geçtiğimiz hafta biraz psikolojik goller/operasyonlar haftası gibiydi. Ayasofya/bale, poşet, futbol kulübü borçlarının bir kamu bankası tarafından ödeneceği haberleri, kıyma olmayan kıyma vs…Azalmaz, artar.
Hüsrev Hatemi Hocamız Ayasofya’daki densizlikten sonra hoş bir teklif yaptı: “Kamuya ait her spor salonu ayrı ayrı olmak üzere yılda bir defa ve sadece 20 dakika; 1- Bale figürü yapmak isteyene, 2- Müziksiz kolbastı, müziksiz horon, 3- Müziksiz halaya ayrılmalı. Kurt dökmeğe fırsat vermek de hayırlıdır.
Kierkegaard, kendi tutturduğu derin yolda yürürken zorlu muhasebelerden sonra bugün de değerini yitirmeyen kimi sonuçlara ulaşmıştı. Mesela demişti ki “İnançlı kişilerin umutsuzluğa karşı ebediyyen güvenilir bir panzehiri vardır: ihtimal. Çünkü tanrı için her an her şey mümkündür. İmanın, bütün çelişkilerin çözüldüğü hakikati budur.”
Görünme arzusu artık önlenemez bir hızla her yerde. Ama tahammül edilemez bir noktaya gelecek ve insanlar artık görmeme arzusu ile doğal ve dijital tenhalıklar arayacak.
Ufuk Uras attığı tivitte “Bizim kuşağın gereksiz diye bademcikleri alındı, şimdi olmamasının gırtlak kanseri olasılığını artırdığı belirtiliyor. Tıp dünyası hangi yetkiyle insan bedeninde neyin yararlı neyin yararsız olduğu fetvasını verebiliyor. İnsan deneme tahtası mı” diye sordu. Facia şu ki bu tutum yalnızca tıp alanıyla sınırlı değil. Ve yine eklemeli ki insan değil, insanlık bile deneme tahtası olarak sık sık kullanıldı ve kullanılmaya devam ediliyor. Bilim! Yerseniz.
Yerel seçimler çerçeve gündem olarak 31 Mart’a kadar ayakta. Adaylar çoktan sahaya inmiş durumda. Bir süredir, bürokrat ve siyasetçilerin fotoğraflar eşliğinde “yaptık, ettik, gittik…” şeklindeki kalıp absürd cümle kurma biçimi yerel yönetim adaylarını da esir almış durumda: Katılım sağladık…Ziyaret ettik…Yemekler yedik… ilah… Çözümsüz gibi.
Evet, kar yağmadı.
Vahşet Medeniyeti
İnsanlığın, belki de önümüzdeki yüzyılda en önemli meselesi, vahşetin geri gelmesini önleme olacaktır. Bin yılların öncesinin vahşetini. Çünkü: adeta motorize kuvvetler hâlinde, nükleer güçle donanmış vahşet, ilk çağların, tarih öncesinin vahşeti geri geliyor. Sanki önlenemez bir kuvvetle geri geliyor.
Bu vahşet, eski vahşetten de aslında çok farklı. Yani sadece tabiat hâlinde oluş vahşeti değil. Tabiat ötesi vahşet. Mekanik vahşet. Aklın soyutlanmasıyla gelen vahşet. Kalbin, gönlün tasfiye edilmesi, devre dışı bırakılmasıyla elde edilen anti-tabiat, anti medeniyet. Kızılötesi vahşet, morötesi vahşet.
(…) Betonarme, mimari vahşeti, pop, müzikal vahşeti simgelemekte. Ağaç ve taşın, armonik yumuşaklığın hakkı unutulmuş. Edebiyat, bir münzevi. Öksüz ve sahipsiz. Siyaset dolambaçlı vahşetin yarış arenası hâlinde.
Vahşet, dini köşeye sıkıştırdığını sandığı her zaman sevinç çığlıkları atıyor. Bu tek gözlü canavar, hakikat kaderinin harbisinin göğsüne saplandığını gördüğü zaman, bedelini ödeyecektir bunun.
Dinin, samimiyetsiz, çıkarcı kişilerce sömürülmesi de, vahşeti çesaretlendiren bir başka talihsizlik olgusu.
Din, yalın kılıç, saf ateş, erimiş maden kıvamını tekrar kazandığında, vahşetin her türlüsü, kaçacak delik arayacaktır.
(…)Reklam ve propaganda, vahşetin ateşten dilleri. Yılan dili, ejderhanın dili gibi çatallı. Reklam, olanı, olduğu gibi değil, yalançı bir vaad sisi içinde allanmış pullanmış gösterir. Yozlaşmanın birincil vahşetidir reklâm. Gözü sömürür ve adeta onu dibine kadar kazır. Çin Seddi’ni aşıp İnsanlar Ülkesini basan vahşetin yecüç ve mecüçleridir.
Hakikat erleri, diriliş erenleri lâzım ki, bu vahşi gidişi durdursun, sulh ve sükûn dünyasını geri getirsin. (…) Sezai Karakoç- Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi III- Doğum Işığı- Diriliş Yayınları
ANONS
Çıktı!