59 füze. Neymiş, doksandört milyon lira masrafmış. Neymiş? Kimyasal silah kullanarak insanları öldüren rejim cezalandırılmış.
Peki başka şekillerde binlerce defa öldürdüğünde niçin cezalandırılmamış, onun cevabı yok. Şimdi nedir? Zaten her aşaması kan, adaletsizlik, zulümle oluşmuş Suriye denklemi için yeni olan ne?
Konuşulmayan şey kalmadı, 59 füzeden sonra milyonlarca cümle daha kuruldu.
Bütün stratejik, jeopolitik analizler bir defa daha atmosferde uçuştu.
Ama bu durum ne içinde bulunduğumuz ahvalin perişanlığına ilaç oldu, ne de giden masum canlardan bir tanesi bile geri geldi. Dünya artık kimyasal bir gezegen, bu açık. Ve Suriye’de, Ortadoğu’da bir kimyasallar federasyonu bütün arazide yıllardır çalışıyor. Bazan kimyasallarınız var deyip öldürüyorlar, bazan kendileri kimyasalla öldürüyor ve bazan da hem kimyasal verip hem de daha sonra bunu kanıt olarak kullanıp kendileri için elverişli yeni durumlar oluşturuyorlar.
Hepsi birbirinden kimyasal, irili ufaklı figürler.
Onlar, birbirine, döktükleri kan bağlıyor, içtikleri petrol bağlıyor, doyumsuz güç arzusu bağlıyor, bitmeyen çıkarları bağlıyor.
Her şey mübah, her şey için sayısız ve ilkesiz gerekçeleri var.
Hayat mı devam ediyor, ölüm mü? Bazan işin içinden çıkamıyorum.
Encamımız hayrola.
Yazarlar ve Leviathan
(…) Peki, o zaman, ne olacak? “Siyasetten uzak durmak” her yazarın vazifesidir sonucuna mı varmalıyız? Tabii ki hayır! Daha önce söylediğim gibi, böyle bir çağda düşünen bir insan siyasetten gerçekten uzak kalamaz ve kalmaz. Benim tek söylediğim, siyasal ve edebî sadakatlerimiz arasına şimdikinden daha keskin bir çizgi çekmemiz ve bir takım zevksiz ve fakat gerekli şeyleri yapmaya razı olmanın, o işe uygun düşen inançları benimseme yükümlülüğü getirmediğini fark etmemiz gerektiğidir. Siyasetle meşgûl olan bir yazar bunu bir insan, bir yurttaş olarak yapmalıdır, ama bir yazar olarak değil. Yazarın sırf sahip olduğu duyarlılıklardan dolayı sıradan pis siyaset işlerinden kaytarma hakkı olmadığını düşünüyorum. O da diğer herkes gibi cereyan yapan salonlarda konuşmalar yapmaya, kaldırımlara tebeşirle yazılar yazmaya, oy toplamaya, broşür dağıtıp hatta gerekli görülüyorsa iç savaşlarda çarpışmaya hazır olmalıdır. Partisine dilediğince hizmet edebilir, ama partisi için yazmamalıdır. Yazdıklarının ayrı bir yerde durduğunu açıkça ortaya koymalıdır. Resmî ideolojiyi bir yandan toptan reddederken bir yandan da –eğer tercihi buysa- işbirliği içinde hareket edebilmelidir. Yolun sonu aykırı bir düşünceye çıkabilir diye bir düşünce zincirinden hiçbir zaman geri dönmemeli, ortodoksinin açığa çıkmasını fazla önemsememelidir; zira muhtemelen çıkacaktır. Hatta, nasıl bundan yirmi yıl önce bir yazarın komünizm sempatizanı olduğundan şüphe duyulmaması kötü bir işaretse, belki de bugünün yazarlarının gerici eğilimlere sahip olduğundan şüphe duyulmaması kötüye işarettir.
Peki bütün bunlar bir yazarın politik efendilerden emir almayı reddetmekle kalmayıp, politika hakkında yazmaktan da sakınması anlamına mı geliyor? Yine tabii ki hayır! İstediği takdirde en inceliksizinden siyasi yazılar yazmaması için hiçbir neden yok. Ama bunu bir birey, dışarıdan biri, kanadında çarpıştığı düzenli ordu tarafından zerre istenmeyen bir gerilla olarak yapmalıdır. Bu tutum sıradan siyasi yararlılıkla gayet uyumludur. Örneğin, bir insanın kazanılması gerektiğini düşündüğü için bir savaşa katılmaya gönüllü olup, savaş propagandası yazmayı reddetmesi gayet makul bir davranıştır. Bazen, yazar dürüstse, yazılarıyla siyasi eylemleri birbiriyle çelişebilir. Bunun hiç istenmediği durumlar vardır; ama o zaman da çare insanın içinden gelenleri yalanlaması değil, sessiz kalmasıdır. (…) George Orwell- Faşizm Kehanetleri- Türkçesi: Aylin Onacak- Sel Yay.
Sosyal medyaya düşen ve çok ilgi gören ilginç bir fotoğraf gördüm.
Cumhurbaşkanımız Erdoğan kısa kollu yeşil bir tişört giymiş, okuma gözlüklerini takmış bir çocuğa Kur’an-ı Kerim’den ders veriyor. Fotoğraf oldukça samimi, muhtemelen çekilirken ‘Dede’ de torun da habersiz.
Belki Yâsin okutuyor, ama sahifelerin inceliğine bakılırsa, Amme veya Tebareke de olabilir.
Fotoğrafa bakarken çok şey düşündüm. Gelenek, gelecek, bağlar, inanç, sorumluluk, sevgi, şefkat…
Sonra haberleri dinledim. 59 füze, kimyasal ölümler, şu, bu…
Neydi kaybettiğimiz?