Kasım hışımla geldi.
Bazı şehirlerimize ilk karlar yağarken, İstanbul ise usul usul yağan bir yağmurun içinde ilerliyor kışa doğru.
Kazaklar, montlar dolaptan çıkartılıp tozları alınırken Avrupa yine/ yeniden Türkiye düşmanı terör örgütlerine döşekler minderler sermeye başladı.
Belçika’daki bir mahkeme kararı ve Almanya’nın açıkladığı yeni tutumun ipuçları ‘nerden baksan ahmakça’ bir terör güzellemesi.
Ne diyelim, bağımsız ülkelerin bağımsız politikaları! Terörle yatan barışla kalkmaz. Gülü seven dikenine katlanırsa, dikeni seven de bazı şeylere katlanmayı göze almıştır.
HDP milletvekillerine yönelik olarak düzenlenen operasyonların ana gerekçesi düzenlenen fezlekelerle ilgili ‘ifade vermeye gitmemek’ olarak açıklandı.
Gözaltılardan birkaç saat sonra da Diyarbakır/Bağlar’da dün sabah saatlerinde çok şiddetli bir bomba yüklü araç patlaması oldu. Ölü ve çok sayıda yaralı var. Yapanlar sır değil ve zaten üstlendiler.
Hava da grileştikçe grileşti şehirde.
İşini iyi yapanlarla yapmayanların oluşturduğu atmosferde nefes alıp durmadayız. Bir denizaltı için de böyle bu, yol için de, güvenlik için de, sinema filmi için de ve elbette bir kuruyemişçi için de.
İşini iyi yapmayanlar cehenneminin takvimi, işini iyi yapanlara da hayatı zehrederek ilerliyor.
Soru şu: İşini iyi yapanlar ülkesinde miyiz, değil miyiz? Yoksa işi kötülük olanların işini iyi yaptığı bir yerde mi yaşıyoruz?
Martin Luther King yıllar öncesinden şöyle demiş: “Kişinin adı sokak temizleyicisi ise işini tıpkı Michalengelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in müzik bestelediği ya da Shakespeare’in şiir yazdığı gibi yapmalı. Sokakları öyle iyi süpürmeli ki, yerin ve göğün tüm sâkinleri durup, burada işini iyi yapan muhteşem bir sokak temizleyicisi yaşadı diyebilmeli.”
Sayın Devlet Bahçeli de şöyle bir mesaj paylaşmış Cumhurbaşkanıyla görüşmeden epey önce: “Eline kalem alan sanırsınız allâme! Ekrana çıkan sanırsınız ârif ve âlim! Bilen de konuşuyor, bilmeyen de. Ama artık deniz bitti.”
Bendeniz buradaki biten denizi birazcık merak ettim.
Sonra enine çizgili bir kazağın katlarını açıp masaya yaydım.
Kasım kasım kasılan Kasım’ın içine dalmadan önce yaptım bunu.
Gri göklere baka baka yaptım. Kasım’ın patlayan patlarını duya duya.
Merhaba İBB veya Beyoğlu
Kasımpaşa’dan Bahriye’ye dönen virajdaki ışıklarda, yani tam olarak Turabi Baba türbesinin önünde yolda büyük çökme var. İstanbul’un ana arterlerinden biri orası ve yaklaşık 1 yıldır milyonlarca araba o göçüğün içine girip çıkıyor. Sorumlusu Büyükşehir midir yoksa Beyoğlu mudur bilmem. Olacak şey değil. İlgi Bekliyoruz.
Şiirin Yurdu
(...) Kendi payıma, reklamcılıktan siyasete, her toplumsal hat üzerinden çekiştirildiğine, örselendiğine tanık olduğumuz şiir bağlamında o denli iyimser olamıyorum. Çok olmadı, bir seferinde sormuştum: Bugün burada Çorak Ülke ayarında (gibi değil!) bir şiir yazılacak olsa farkına varılır mı? Nerede nasıl çıkacak da görülecek ve kim(ler) tarafından?
(...) Türk şiiri odak noktalarını yitirdi zaman içinde. Onca dergi, gazete, kitapeki bir pusula ayarı yaratmaya yetmiyor besbelli. Şiir eleştirisinde, yorumlama ve çözümleme eksenlerinde ciddî boşluklar oluştu. Tek etkinlik güzergâhını sanki 100. Yıl anmaları, verba volera sempozyum ve kollokyumlar oluşturuyor!
Bir ‘dönem sorunu’ olsa gerek. Facebook’a 15 Ağustos 2015 günü 1 milyar kişinin girdiği bir dünya bu. “ince işlere” ayrılacak vakit kalmadı. “Ses ve öfke”nin herşeyi bastırdığı bir yaşam biçimi, paradoksal olarak, en yoğun şiirlerin yazılması için neyse ki biçilmiş kaftan.
Ondandır, yakınanlara, “biz işimize bakalım” demeyi âdet edindim. Auschwitz-Birkenau’da bile geceleri karanlıkta, Rilke –ezberden- okuma seansları düzenleyenler olmuş nasılsa hepimiz öleceğiz, yalnızca nasıl yaşandığı önemli.” Enis Batur- Arka Kapak dergisi-13. Sayı