Tehlikeli kuraklık haberlerinin gazeteleri manşetlediği gün sıkı bir yağmur altındaydı İstanbul.
Birinin elinde bir tomar gazete, diğerinin elinde kallavi bir çay bardağı gördüğüm iki adamım, eski metruk bir binanın saçakları altındaki merdivenlere oturmuş, başka bir zamanın içindeymiş gibi sohbet ediyorlardı. Durup biraz dinlememe müsaade ettiklerini görünce durdum ve onların mükâlemesinden aklımda kalanları size nakledeyim dedim.
-Haberlere göre bir çok ilde içme suyu için çanlar çalmaya başlamış. Mesela her yerinden sular fışkırmasıyla bilinen Bursa’nın sadece iki buçuk aylık bir suyu kalmış...
-Ne var canım bunda, bir iki gökdelen sitesi daha yaparsınız mesele kalmaz. Bursa’nın bütün su kaynaklarını pet şişeleyip, damacalanayıp, tankerleyip bütün ülkeye servis yapan su şirketlerine rica edersiniz, sizi de abone yapıp her gün kapınıza getirirler suyu. Başka?
-Avrupa Birliği meselesi.
-Hımm, Avrupa yakın vadede kendisi için bir mesele zaten, yakın geçmişte de iki defa birbirine girdikleri gibi. Bakmayın bir tür birbirine saldırmazlık paktı gibi yaptıkları AB anlaşmasına. Bir çok bölgede yükselen ırkçılık söylemleri yeni bir şiddet dalgasını her an kendi içlerinde patlayacak bir tsunamiye çevirebilir. Başka?
-Türkiye Batı’daki kapıları mülteciler için açarsa Batı nasıl bir durumla karşı karşıya kalır?
-Evet, istersen bunu kapılar açıldığında yorumsuz olarak göreceklerimiz üzerinden konuşalım. Başka?
-Cumhurbaşkanımız Tarabya’da balıkçılarla ava çıkınca Ege, Akdeniz ve Karadeniz’deki bütün balıkların ağlara doğru hücum ettiği söyleniyor, ne dersiniz? Birşey diyemem, ben bilmem balık bilir. Başka?
-Halep!
-Halep şu an beni çok aşan ağır bir mevzu. Ben dua ediyorum, sen de et. Arkadaşın varsa, söyle o da etsin. Bu kan dünyayı boğacak.
-Karıncalar?
-Ne karıncası? Hangi gazete yazmış?
-Gazeteler yazmıyor, bu benim sorum.
-Bu soruya ve bundan sonraki sorularına cevap vermeyi reddediyorum.
-Ama neden?
-Çünkü çayım bitti.
İki adamımı orada bırakıp yağmurun ve şehrin içine daldım. Çay içmem gerekiyordu, bu açıktı.
İşte bu harika dostum..!
Biliyorsunuz Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi dinamik bir etkinlik takvimine sahip.
Geçtiğimiz hafta yapılan ve artık gelenekselleşen Edebiyat Mevsimi etkinliği de kendi içinde tematik bir bütünlükle bir dizi etkinliği ilgililerine ulaştırmak için ciddî bir performans sergiliyor.
Bu yıl “Edebiyat ve Darbeler’ vardı Edebiyat Mevsimi’nin gündeminde. Söyleşiler, gösteriler, toplantılar yapıldı. Ödül törenindeki bir seçim ise herkesin ‘tam isabet’ yorumlarıyla karşılandı.
İhdas edilen Şeref Beratı ödülü 15 Temmuz şehidi gazeteci Mustafa Cambaz’a verildi. Ödülü, Cambaz’ın eşi Semra Cambaz ve oğlu Alparslan Cambaz’a şair Hüseyin Akın takdim etti.
Kaydetmek ve Tekrarlamak
19. yüzyıl sonunda gramofonun icat edilmesi, müzik piyasasınını daha da genişlemesini sağlar. Artık partisyon satın almaya veya konser salonlarında sıkışıp kalmaya gerek yoktur. Artık gösteri tekrarlanır. Kişisel bir dinleti için seri hâlinde üretilmektedir. İşte yine müzik, yeni bir topluma işaret etmektedir: Seri üretimin, neredeyse aynı nesnelerin tekrarlarının, gençlik diktatörlüğünün, ticarî mallarla çevrili, yanyana duran yalnızlıkların, dünya çapında yayılmış içedönük eğlencenin, korsanlığın ve kopyanın hâkim olduğu bir topluma. Şimdi kültürel kapitalizmin, muhtemelen talep yaratacak bir karşılıksızlık kisvesi iktidara gelmesini bekleyebiliriz.
Cep telefonuyla kendi başına konuşan biri yoksa eğer, şehir sokaklarında hemen hemen hiç insan sesi duyulmaz artık. Sesli bir cihaz bile, ticaret toplumunun sahtelikler okyanusunda anlamsız bir karışıklığa dönüşür; yıldızlar da sonsuza dek tekrarlayan ürünlerden biri olarak, elden ele dolaşırlar. Bu değişimin en son noktası, insanların da seri halde üretilmesi, klonlanması olur; söylece insanlar arasındaki şiddetin sonu da, insan türünün katledilmesine varabilir. Jacques Attali- Gürültüden Müziğe-Çev.: Gülüş Gülcügil Türkmen-Ayrıntı Yay.