Yılın sonuna doğru “2017’ye giremeyebiliriz” diye bir tivit atmıştım, şimdi girebildik mi bilmiyorum.
Dünkü gazetelerde önceki günün ve yeni yılın ilk saatinde gerçekleşen terör saldırısıyla ilgili bütün ayrıntılar serpiştirilmiş hâlde mevcuttu, henüz kesin bir sonuç elde edilemese de.
Siyasîlerin üzgün ya da öfkeli demeçleri, uzmanların yorumları, bu kahredici olaydan kendi meşrebine, ideolojisine göre bir ‘altyapı’ inşâ etme ameliyesine girişenler de vardı mebzul miktarda. Hep olduğu gibi.
Gazetemiz yazarı Yusuf Ziya ağabeyin yazısını her şeyin dışında ve başında bir yazı olarak okudum. “İyilik” diyordu Yusuf Ziya Cömert, “bir direnme yöntemi.” Sonra bu olaya ilişkin yorumların yorumlarına geçiyor, sonra da sözü kitabımızdaki “salih amel” kavramına getirerek buradan merhamet, şefkat, tebessüm ve göklerin altındaki iyi şeylere işaret ediyordu.
Dünyada bütün olup bitenlerin iyi ile kötü arasındaki savaştan ibaret olduğu bir hakikat ise aslında temel bir önceliğe dikkatimizi çekiyordu yazar.
Biz iyi miyiz? İyiysek bunun farkında mıyız? Kötüyü tanıyor muyuz yeterince? Uluslararası saldırı, kukla taşeron terör örgütü, çevredeki savaş gerçeği, yedi düvelle mücadele şu bu... Bunların hepsi mümkün, doğru ve gerçek olabilir.
Ama, fakat, lâkin kusurlarımız, hatalarımız bir tarafa biz iyi miyiz? İyi olmayı ve iyilik yapmayı ve iyi kalabilmeyi bütün bireysel ve toplumsal tutumlarımızda önceleyebiliyor muyuz?
Olan ne ama biz ne konuşuyoruz değil mi?
Değil. Olan yalnızca bu, iyiliğin ya da kötülüğün bir tezahürü, bir sonucu, dünyanın her yerinde olan bütün olaylar.
2017’ye girebildik mi, peki nasıl çıkacağız, bir de o var. Hayırlar fethola, şerler defola deyip geçelim şu dünyadan bir zerre olarak. Ama mümkünse iyi bir zerre olarak.
Bir ‘yılbaşı’ hatırası
Efendim, bir zamanlar psikolog olarak görev aldığım kurumlardan birisi de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin Adli Servis’idir. Özellikle mafya tetikçilerinin sık sık konuk olduğu bir servis! Dolayısıyla adliye-hastane-mafya üçgeni konusunda pek çok iddialar mevcut idi. Oscarlı senaryolara taş çıkartacak iddialar!
Bu ünlü servis münasebetiyle dışardaki mafya babalarını da bir nebze de olsa tanıma imkanına kavuştum. Aralarında son derece ilginç kişilikler vardı. Mesela tetikçilerinden “talebe” diye söz eden ünlü bir mafya babası çantasında sürekli olarak küçük bir kitapçık taşırdı. Kitabın adı: Büyük Filozoflar! Zaman zaman dert yanardı. “Yahu, Aristo’nun talebesi Büyük İskender bütün dünyayı kılıçtan geçirmiş ama yüzyıllardır herkes ondan hayranlıkla söz etmekte. Oysa benim talebelerimin üç-beş vukuatı yüzünden aleyhime habire haber imal ediyorlar. Üstelik benimkiler Büyük İskender gibi çapulcu da değil, tam tersine, yaptıkları iş garibanlara yardım etmek.”
Ne diyelim, mesele nerden baktığınıza bağlı.
...
Neyse, yıllar sonra TRT’de sözleşmeli metin yazarı olarak çalışmaktaydım. Bir yılbaşı arefesi iş yoğunluğu nedeniyle kuruma erken gelmiştim. Baktım ki yan odada iki kocaman, görkemli yılbaşı sepeti! Bir firma tarafından yapımcı dostlarıma gönderilmiş. Aklıma bir muziplik geliverdi. Sepetlerdeki kartvizitleri çıkarıp çöpe attım. Bir dosya kağıdına: “Yusuf Bey’e hürmetlerimle...” ibaresini yazdım. Bu ibarenin altına da dönemin en ünlü mafya babasının ismini ilave ettim. Diğer sepete de aynı ibare ve altına bir başka ünlü mafya babasının adı! Sonra yan odaya çekilip çalışmaya başladım.
...
Bir saat sonra kurumun gündemindeydim. Ünlü mafya babalarının bendenize hürmetlerini arzetmeleri büyük yankı uyandırmıştı. Hele, mafya raconuna uyarak, bu sepetlerin içindekileri gariban müstahdemlere dağıttığımda itibarım tavan yapıverdi.
...
Ne varki bu geçici itibar pek fazla sürmedi. Gönderilen sepetler karşılığında bir teşekkür bile alamayan firmanın patronu bu nezaketsizlikten rahatsız olmuştu. Lafı punduna getirerek, yapımcılara sitem yollu bir imada bulundu....ve gerçek ortaya çıktı! Pek tabii olarak, bu kez tam tersi bir vesileyle kurumun gündemine geliverdim.
Sevgili yapımcılarımız sepetlerdeki viskiler için biraz homurdandılar ama meseleyi sineye çekiverdiler. Velakin, müdür muavinlerinden biri hiç de onlar gibi düşünmüyordu. Zira bu zata gelen yılbaşı sepeti de ortadan kaybolmuştu ve bu işi de benim yaptığımı düşünüyordu. Üstelik, viskiler bir yana, TRT gibi bir kurumun ciddiyeti ihlal edilmişti !
Artık olan olmuştu. Bavulumu hazırlamaktan başka yapacak bir şey yok derken talihim yaver gitti. Müdür muavinimiz, o aylarda çok sık uygulanan rotasyon görevi çerçevesinde geçici olarak kurumdan ayrıldı.
...
Sayın müdür muavinim. Aradan 30 yıl geçmesine rağmen yılbaşı sepetinizin akıbetiyle henüz bir bilgi edinemedim efendim. İyi yıllar diliyorum.
YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ