Daha çok metropollerde görüyoruz onları. Şehir yok artık.
Sokağa adımınızı attığınız andan itibaren karşılaşıyorsunuz, kaçışınız pek yok gibi.
Yürürken ovada yalnız yürüyormuş gibi ellerini kollarını sallaya sallaya geliyorlar, kenara çekilmezseniz kesinlikle tepeleyip geçme kararlılığındalar. Otobüse dolmuşa bindiniz diyelim; telefonla kafa ütüleyenler, yayılarak oturanlar vs. Özel arabanızla gidiyorsanız, daha felaket şeylerle karşılaşmaya hazır olun: Sinyalsiz sağa sola dalmalar, şehir içinde sol şeritten ayrılmayan kamyonlar, otobüsler, önünüzde birden duran, ters yönden gelip siz suçluymuşsunuz gibi hırtlık yapanlar, o lanet kornalarını olur olmaz çalanlar ilh… Ve kendi hakkınıza ilişkin bir tutum almaya kalkıştığınızda levye, sopa, silah…
Neden? Eğitim mi berbat, tam da burada lâzım olan, kuralları ihlâl edeni terbiye edecek devlet mi yok? Her şeyi de devletten beklemeyelim canım, devletin bin türlü derdi var zaten. Peki tamam, nasıl olacak o halde. Bu hır gür cangılı, bu saygısız, hoyrat ve gündelik hayatı zehreden dingillikler içinde mi geçecek bir ömür?
Bir ülkenin gayrisafî millî hasletlerinin ölçümü yok, olsa da bilsek.
Geçenlerde Çin’den gelen bir arkadaşım bir şeye hayret ettiğini söyledi: Orada bulunduğu yirmi günlük süre içinde sol şeritte bir tane bile ağır vasıta veya otobüs görmediğini söyledi.
Sadece Çin’de değil doğunun ve batının değişik ülkelerinde de görmek zor. Sanırım aynı kurallar bizde de var ama mesele kural koymakta değil, kural ihlâllerinin âcil ve somut takibinde yatıyor.
Taksi esnafına ilişkin yaşanan akıldışı problemler hâlâ çözülmüş değil.
Bir takım çakal esnafın kaldırım işgâline yönelik hırtlık öylece duruyor.
Elektrik faturalarındaki kimi kalem soygunları fütursuzca devam ediyor.
Çeşmeler akmıyor, akıtılmıyor.
Bu bir liste değil, isteyen herkes hemen buraya onlarca farklı şikayet çeşidi ekleyebilir.
Sanal âlem bir kaçış yeri değil, daha da berbat.
Gündelik hayatı düzenlemek ve kolaylaştırmak için koyulduğu varsayılan kurallara uyan bir süre sonra kendini enayi gibi hissetmeye başlıyor ve boğuluyor.
Canım böyle istiyor ben yaparımcılar her gün daha da çoğalıyor.
Belki de abartıyorum. Keşke!
Fare ve Şekspir
“Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. Onu eski haline döndürür. Ve der ki, “Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.”
Shakespeare, bu konuda söyle diyor :
“İnsanların çoğu Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.”
Kota savar
Yıl gelmiş Adem as’dan 2019’a hâlâ bestelenmemiş şarkılar, keşfedilmemiş kuş türleri, adım atılmamış topraklar mevcut. Bitmiyor söylenmemiş sözler yazılmamış kitaplar başı okşanmamış çocuklar. Bir kır papatyası koklanmayı, bir kar tanesi görülmeyi, bir yazı okunmayı bekliyor. Keşfetmek ve üretmek bitip tükenmeyecek iki kavram. Bitmesin ve bitiremesinler! Çünkü kotalara karşıyız. Gerçi bitmeyen kota üretilmedi daha ...
Bitmeyen kota olur mu? Bitmezse kota denir mi? Kota ne demek ki? Neyse ülkenin mühendisleri şu işe bi el atsın.