Geçip giderken

Mevlana İdris

Bayram hayatımıza bayram olarak mı girip çıktı, yoksa bir tatil olarak mı? Her ikisi diyenler de olacak, hiç biri diyenler de.

Yaşarken ayakta kalmak için verilen uğraşların çeşitliliği ve mesaiye bağımlılığın katı kuralları çeşitli cevaplar için zemin oluşturabiliyor. Herkes için aynıymış gibi yaşanan toplumsal ânların sayısı azalıyor.

Mikro bölünmeler yaşayan bireyin, yaşadığı ânların da mikro çeşitliliğe sahip olması bir gerçeklik. Aynı ev içinde bile aynı ânları yaşamıyor insanlar. Yaşaması gerekmediğini düşünenlerin sayısı da arttıkça artıyor.

Yekpare şeylerin hissedilebildiği yegâne anlar olarak aşırı yağmur, aşırı sıcak, deprem gibi tabii hadiseler kaldı galiba.

Deprem demişken biraz durmak ve 20. yıldönümüne ulaştığımız o büyük depremin ardından alındığı söylenen dersleri, verilen vaadleri, yapılanları ve yapılmayanları sıralamak… Evet can sıkar.

Ama Marmara’da peryodik büyük kırılma zamanının çoktan geldiğini söyleyen uzmanların sayısı az değil.

Bilirsiniz toplumlar arkasında zorlayıcı bir mekanizma yoksa çoğunlukla bu türden büyük uyarıları üfürükmüş gibi kabul etmeye yatkındır. Uyarının yani felaketin gerçekleşmesi hâlinde ise bir tarafta ‘ben demiştim’ci biri vardır, bir tarafta ise büyük bir yıkımın sessiz/acılı şâhitleri.

Deprem için devlet cihazının devreye girmesi elzem.

Küresel ölçekteki iklim felaketleri içinse, devletler arası/küresel bir işbirliğinin devreye girmemesi nasıl söylemeli, olacak olanın en ağır biçimde sonuçlanmasının önünü açmakta.

Bayram demiştik, nerelere geldik.

Bayram diyelim yine geçip giderken. Bayram da geçmekte, bizler de.

Ağustos da geldi geçiyor işte, “yarısı yaz yarısı kış” derdi eskiler Ağustos için.

Ağustos’un içindeki sıcakların üzerimize boca edilmesi yetmezmiş gibi şimdi de siyaset için sıcak günler kapıda.

Hayrola.

Beyazıt Meydanı

Nihayet Beyazıt Meydanı’nın yıllardır süren absürd ve sâkil durumu için net bir şey söylenmiş oldu.

İstanbul’un çiçeği burnunda Başkanı İmamoğlu, burada yaptığı denetim sonrasında meydandaki çalışmaların altı ay içinde bitirilmesi talimatını vermiş. Basın bültenindeki ayrıntılara bakılırsa, merhum Mimar Turgut Cansever’in meydanla ilgili projesinin de esas alınmasını istemiş.

Beyazıt Meydanı adına sevindirici bir gelişme. Bakıp göreceğiz, üniversite kapısının önündeki o çirkin betonlar, meydandaki keşmekeş neye dönüşecek?

Üsküdar ve Taksim meydanları da başka bir fasıl…

Ya çeşmelerin akması?

Ali Bulaç’la mülakât

Hepimizin yakından tanıdığı yazar Ali Bulaç’la Haksöz dergisinin Haziran-Temmuz sayısında M. Ali Aslan tarafından yapılan uzun bir mülakât yayınlandı.

Din/Tarihselcilik/Modernite üçgeninde ilerleyen mülakâtın önümüzdeki günlerde çok tartışılacağını düşünüyorum.

Ali Bulaç’la yapılan mülakât şöyle bitiyor: “Sünni öğretide temel bir kavram var: Mutlak bilgi, zanni bilgi. Müçtehit en yüksek mertebede bile olsa onun bilgileri, içtihatları zannidir. Yani hiçbir beşerin bilgisi mutlak değildir. Mutlak bilgi Allah’a aittir. Hatta Resulullah’ın da Allah’tan almadığı bilgi ve içtihatları mutlak değildir. “Ey Allah’ın Resulü! Bu vahiy midir senden midir?” sorusunun temelinde bu vardır.

İslam’da Tanrı/Din adına konuşabilen Papa/Kilise’ye tekabül edecek bir kurum veya şahıs yok örneğin. Aydınlanma ise mutlak gerçekliği kendisinin temsil ettiğini iddia etti, Kilise’nin mutlaklığını elinden aldı. Post-modernizm de bunu parçaladı. Bize göre ise Hakikat bizim üstümüzdedir, bizden bağımsızdır ve Allah’tan neş’et eder. Bizim bilgilerimiz hakikatten anladıklarımızdır. Yani içtihatlarımız, tefsirimiz, tevilimizdir, ama Hakikatin kendisi değildir. Her konuşmanın sonuna ‘Allah-u âlem’ deriz. Bu, aynı zamanda bir had bilmedir, en doğruyu Allah bilir. Bu, otoriter-totaliter bir rejimin, yapının da önüne geçer. Kimse diyemez ki benim uyguladığım mutlak doğrudur, hakikattir. Bunu cemaatlere, gruplara, derneklere vs. uyguladığınızda da muazzam bir çoğulculuk ortaya çıkar. Bizim bilgilerimiz izafidir; mutlak servet, mutlak iktidar ve mutlak bilgi Allah’a aittir. Hakikat’ın bize bakan yüzüyle izafi olması, hak ve hukukun izafi olduğu anlamına gelmez, müteşabihler Hakikat’ın perdeleri, muhkemler ise hak ve hukukun ana çerçevesi, koruyucu sınırlarıdır.”

Günün boş sayfası

Kimi zaman bana boş şeyler daha iyi geliyor. Boş duvar ile bakışıp on saniye hayatımı sorguladığı o emsalsiz ânı milyar ödeyip para döktüğüm tatilimde veya psikiyatristimde bulamıyorum. Kitap okurken önüme çıkan boş sayfaya dakikalarca bakıp bir süre kafamı boş şeylerden çevirmiyorum mesela. Boş aynadan, boş yataktan, boş boş gülümsemeden, boş konuşan insanlardan. Evet insanın boş konuşan insanlara bile ihtiyacı oluyor bazen. Canım boşluğu çekiyor hiçbir şey yapasım geliyor. Aslından ihtiyaç yokken yapılan şeylere ihtiyacım oluyor anlıyor musun beni?

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.