Hürriyet satılmış. Simavi, Doğan devrinden sonra bir başka devir. Devran döner, zamanın görünmez küçük kurtları her şeyi kemirir. Değişik ekonomi ve geleneklerin tesis ettiği değişik mezarlardaki sâkinler bunu iyi bilir.
Afrin’den sonra yeni cephe isimleri var ufukta. USA silahları hızla yer mi değiştiriyor? Daeş nasıl buharlaştıysa aynı yöntemle mi buharlaştı Afrin’dekiler? Hepsi bir bütünün parçasıysa neden olmasın albayım.
Biraz önce görüp geçirmiş, yüksek zevk ve ilim sahibi bir dostumu dinledim, şöyle diyordu arkasında durduğu bir sesle: “Sabah çıkıyorum ve yürümeye başlıyorum, yürüyorum yürüyorum, sonra bir kahveye oturup açıyorum çantamdaki iki kitaptan birini. Fikirlerle kavga ediyorum, müellifle kavga ediyorum, sonra son otobüsle veya yürüyerek eve geliyorum. Böyle işte.”
Ve sonra dünyanın kalıpları kendisine biraz dar gelen bir liseli genç yazar. Gidiyor ve bazı şeylere katlanabilmek için uyuyor uyuyordu okulunda. Yo hayır, derslerle hiçbir sorunu yok, dersleri aşırı iyi. Sorun bir Küçük Prens olması.
Ve bir başka avukat dost: “Artık hiçbir toplantıya, sohbete filan gidemez oldum. Her ortamda parasal şeyler konuşuluyor, menfaat tartışmaları yapılıyor. Karşımdaki adamın benimle konuşurken zihninde para saydığını hissediyor ve katlanamıyorum” dedi.
Hafta içi Çarşamba günü tişörtle dolaşıp Perşembe günü kara kış günü yaşamak da İstanbul’a dâhildi.
Bir akademisyen arkadaş aracılığıyla vâkıf olduğum garip bir durum: Sultanahmet Camii’nin restorasyonu için ilgili bir zât-ı muhterem traverten taşı kullanılmasını tensip buyurmuş. Önce hafif şaşırdım, yanlış mı duyuyorum diye. Hayır mevzû gayet ciddî idi. Peki traverten taşı ile yapılmış herhangi bir câmi görülmüş mü? Görüldü ise bile bu taşın Sultanahmet’in orijinal taşı ile telifi nasıl mümkün olacak? Bu ‘ben yaptım oldu’ densizliğinden ve hadsizliğinden ne zaman vazgeçeceğiz, bu kâbil zevat bu cüreti nereden alıyor bilmek hakkımız değil mi azizim? Önerim şudur tabii ki: Ey sayın Beyefendi, o traverten taşından kâfi miktarda temin ediniz ve kendinize ait bir arsada kendi Sultanahmetinizi inşâ ediniz, lütfen ama.
Yaralı Bilinç isimli kitabın da yazarı olan İranlı filozof Daryuş Şayegân vefat etti. 83 yaşındaydı.
Geçenlerde ABD’de 85 yaşındaki Milton, evinden çıkıp 2.5 km yürümüş ve bir köprüye geldiğinde hiç düşünmeden kendini ayağı atıp intihar etti. Arkasında bıraktığı notta şu yazıyormuş: “Eğer yolda biri bana gülümserse, intihar etmeyeceğim…”
Neydi dünya? Şeydi ve şey hâla.
Ürküş
Adım Ürküş olacaktı, Rukiye’den. Rukiye annemizin ismi yanına ‘maydonoz’ münasip olmadığı için Ürküş demiştim.
Rüküş der gibi.
Ürkünç der gibi.
Ne de olsa, ürkünce söyleniyor bazı sözler. Hem –ş ile bitiyor ürküş, -ş sesinin verdiği süreklilik hissi de var. İdi. Ama… arkadaşım dedi ki “Selin olsun, Selin çekici”.
Düşününce ‘ürkmek, ürkünç’ çağrışımları elbette bir soğukluk katabilirdi. Yani ilk bakışta. İki gözüm kardeşlerim ürkmesin de, ‘selin’ de bana tuhaf gelmişti. Dur bakalım.
Durdum.
“Ürkünce sel-in basıyor” dedim kendime.
Çokça tekrar ettim. “Ürkünce sel-in basıyor.”
Böyle olabilir. Mümkün.
Ürkmesinler. Zaten ne diyorum ki?
İki gözüm kardeşlerime serinlik olsun.
Suya çeker gibi çeksin.
Aslını faslını göstersin billur.
Öyleyse ilk kelime, hep:
“Bismillâhirrahmânirrahîm.”
Sahaflar Çarşısı’nın “Ebu Hureyre”si diyebileceğimiz Ahmet Baba, bu dünyadan göçtükten sonra geride kalan onlarca kedisi o boşlukta hatıralarla yaşamaya devam ediyor…