Varlığın içinde bir varlık olarak yaşayıp giderken bir sorunun varlığını hissedip durduğumuz ve dilden yardım istediğimiz o küçük ânlar!
Harfler, kelimeler, cümleler, düşünceler…
Bir “dil” içinde kullandığımız bütün bu unsurlar; acaba bizi birbirimize yaklaştırıyor mu, yoksa uzaklaştırıyor mu?
Nefes yoluyla içimizden yükselen bir şey ağzımızdan çıkarken bir kelimeye dönüşüyor ve muhatabımıza bir mesaj, bir düşünce ilettiğimizi düşünüyoruz.
Acaba gerçekte bu ne kadar gerçekleşiyor?
Biz düşündüğümüz şeyin tamamını konuşabiliyor muyuz ve karşı taraf konuştuğumuz şeyin ne kadarını anlayabiliyor?
Bunu ölçemiyoruz, bu bir muamma.
Televizyonlarda yıllarca izlediğimiz tartışma programlarının hiçbir mutabakat sağlanamadan, bağıra çağıra sürmesi normal ve anlaşılabilir bir şey mi?
Dil, bizi yakınlaştıracağına zaman zaman niçin uzaklaştırıyor?
Galiba anlaşma niyetinin olmamasından.
Yoksa bu kadar anlamama/anlaşılamama görüntüsü sahiden tuhaf.
Anlaşmak, birleşmek, beraber aynı yolu yürümek isteyenler birbiriyle işaret diliyle de, hatta sadece göz işaretleriyle de anlaşabilirler değil mi?
Hatta bazan sadece susarak da anlaşabilir iki insan.
Susmak da bir lisan, anlayanıyla beraber susarsan.
Sessizlik eninde sonunda dili tamamlayan bir şey.
Ama herkes konuşuyor, yer gök kelimeler, kavramlar, seslerle dolu.
Herkes bağırarak birine bir şey anlatmak istiyor.
Çünkü insanlar artık birbirini rahatça duyacak kadar birbirine yakın değil.
İnsanla insan arasındaki uçurum büyüdükçe, sesini yükseltenlerin sayısı artıyor.
Ama çözüm bu değil.
Bağırarak birbirimize yaklaşacağımızı düşünmek bir yanılgı.
Anlamı yükseltmeliyiz, sesimizi değil. Bu ilkeyi herkes biliyor bilmesine ama birbirimizle konuşurken unutuyoruz işte.
Siyasette de, akademide ve hatta sanat atmosferine sahip ortamlarda da mütemadiyen yüksek voltajlı seslerle bir şey anlatmaya, anlamaya çalışıyoruz.
Dil, özü itibariyle mucizevi bir evren. Ama biz bu evreni nasıl da küçültüyor, indirgiyor, süründürüyor ve yok ediyoruz.
Biraz şairlere mi kulak vermeli, biraz filozofların yanılgılar bahçesinde mi dolaşmalı yeniden. Bir küçük kulübe mi bulmalı?
Boşa mı sorulmuştu o duyulmayan sorular?
Birbirimizle konuşmazsak, diğerini dinlemezsek, nasıl çıkacağız erik dalına ve nasıl yiyeceğiz anda üzümü?
İstanbul’da bir İstanbul Sergisi
Selahattin Kara retrospektifi/ Sanatın İzinde Bir Yaşam sergisi dün Kazlıçeşme Sanat Galerisi’nde Cumhurbaşkanımızın da katıldığı bir törenle açıldı.
Açılışta bir konuşma yapan Başkan Erdoğan, kültür/sanat, edebiyat ve resmin önemine bir defa daha değindi.
Zeytinburnu Belediye Başkanı Ömer Arısoy ise ilçenin geçirdiği dönüşüm ve bugün kültür sanat alanında gelinen noktaya temas etti.
Bazı milletvekilleri, Belediye Başkanları ve sanat camiasından isimlerin iştirak ettiği açılış, Kara’nın sergilenen resimlerine bakılmasıyla devam etti. Sanatçının çerçevelenmiş bir eseri Cumhurbaşkanına hediye edildi.
İstanbul’u sevenler bu değerli resimleri görmek için Kazlıçeşme’ye doğru yola çıkabilirler.