Bahardan kalma bir günün içine iniyorum Diyarbakır’a.
Geleneksel usûl üzre elindeki minik sürahileri şıngırdatan şerbetçi amcanın hakiki şerbet seslerinin arasından giriyorum şehre.
Bu güzel başlangıcı merkezin etrafına uzanmış çarşı sokaklarındaki çayhanelerle ilerletiyorum. Çayhanelerde iskemlelerin etrafında minik sohbet halkaları var. Türkçe/kürtçe birbiriyle canciğer ilerleyen muhabbete sarma sigaralar, bazı ellerde gördüğüm kehribar tesbihler ve elbet ‘kaçak’ çaylar eşlik ediyor.
Merkezdeki esnaf sokakları oldukça canlı. Mobilyadan tuhafiyeye, tütünden kasaba, kuruyemişçiden şalvarcıya her şey var.
Ama en çok da çayhaneler ve ciğerciler göze çarpıyor.
Biraz dolaşınca kaçınılmaz olarak karşımıza çıkan Ulucâmi ise her zaman olduğu gibi heyecan verici. Taş işçiliklerinin hemen her türünün sergilendiği câmi, içeride ve avluda ağır taş müzikleri icra ediyor.
Yoğun şekilde görülen turistlere rağmen Ulucâmi kadim atmosferini vakarla muhafaza etmeyi sürdürüyor.
Avluda şadırvanın yanında gördüğüm sohbet halkası ise çağrışım olarak beni yüzlerce yıl öncesine götürüyor. Sadece zamansal olarak değil, coğrafî olarak da Buhara’dan Endülüs’e bir zihinsel seyahate çıktığımı hissediyorum.
Câminin içinde uyuyan insanlar ise mâbedin doğal ritmini hâlâ koruduğunun yatay bir göstergesi.
Sonra yeniden dar küçelerdeki taş evlere bakarak gezintiye devam ediyorum. O ara sokaklar, Ulucâmiye çok yakın olanlar da dâhil, maalesef temiz değil. Vahşi çöp kavramı bütün hızıyla yürürlükte. Dar sokaklara uygun bir çöp toplama sisteminin hâlâ yürürlüğe girmemesi düşündürücü.
Çok canlı, dinamik bir şehir Diyarbakır.
Bunu, çarşıda ve şehrin değişik yerleriyle birlikte insanların yüzünde, bakışında da görmek, hissetmek mümkün.
Şehrin geçmişi bilindiği üzre yoğun Selçuklu hayatiyeti ile yoğrulmuş.
Günümüzdeki demografik değişim ve bunun politik yansımaları ise yakın dönem ülke siyasetinin değişik travma ve hareketlilikleriyle geçti.
Türkiye’nin Ortadoğu özelinde yürüttüğü sıcak siyasetin ana üslerinden biri hâlâ Diyarbakır. Maalesef terör denilince akla ilk gelen şehir burası ama barış denilince de ilk akla gelen şehrin Diyarbakır olması ilginç.
Nesimî, Ali Emirî, Ziya Gökalp, Hattat Hâmid Aytaç, Süleyman Nazif, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Arif, Üstad Sezai Karakoç, İhsan Işık ve adını zikredemediğimiz çok sayıda isim burada doğan değerlerimizden.
Tarihsel kimliğiyle olduğu kadar güncel siyasetin merkezinde duran kimliğiyle de temayüz eden Diyarbakır, siyasetin çok katmanlı köprülerinin altından akmayı hep sürdürecek.
Lahmacun
Hayat garip yerden gelmeye devam ediyor. Manşetlere bu sefer de lahmacun ömrü kısaltıyor diye yazı düştü. Sıla-i rahimin de ömrü uzattığını hesap edersek gittiğimiz akraba ziyaretlerinde lahmacun yiyerek dengelemiş olabiliriz.
Köyde yaşı çok büyük olan bir amcaya sormuştum uzun yaşamanın sırrı nedir? ‘’Yanımızda akan çeşmeden her sabah su içmektir’’ dedi. Rahmetli anneannemin teyzesi köy yumurtası demişti. E rahmetli oldu ama.. Kaldı mı dünyada kalan? Tekrar be tekrar... Yaşamaya yöneliş vardı... ama biliyoruz şimdi sıradaki toprak. O zaman bize iki lahmacun biri acılı olsun.
Merhumu nasıl bilirdiniz?
-Rahmetli lahmacunu çok severdi...