Bundan yirmi yıl önce Van’dan Mardin’e giderken Bitlis’in içinden şöyle bir geçmiş ve en kısa zamanda bu şehre gelmemi gerektiren bir mimari dokunun varlığını görmüştüm.
O en kısa zaman biraz uzadı. İkibinonsekizin Ekim ayında Batman’dan Bitlis’e revan olmak nasip oldu.
Batman ve Bitlis isimlerindeki fonetik matris dikkatinizi çekti mi? Benimkini çekti.
Bozbulanık delice akan Şiya boyunca ısırıcı bir yağmurun da eşlik ettiği yollardan Bitlis’e vâsıl olduğumda yağmura rağmen hareketli bir görünüm arzeden şehir merkezinde vaziyet alıp gezime başladım.
Doğal olarak önce beş minareyi görmek istiyordum. Nitekim kendimce beş minareyi tesbit edip câmileri de gördükten sonra birkaç minare daha gördüm. Ama bu fazlalığa kafayı takacak vaktim yoktu maalesef.
Bilmediğim bir şehirdeki iyi köftecileri radarlayabilme hassam çok şükür burada da beni yanıltmadı. Küçücük bir dükkânın önünden geçerken ızgaradaki köftelerin küçüklüğü ve harcındaki karışımın renk zarafeti dikkatimi çekti ve hemen içeri girip siparişimi verdim.
Küçük olduğu için iyi pişmesi mukadder olan köfteler pek nefisti. Ustaya teşekkür edip tanıştık, meğer 22 yıl İstanbul Beyazıt’ta her gün önünden geçtiğimiz bir noktada köftecilik yapmış ve sonunda Bitlis’e dönmüş. “Artık İstanbul’da yaşanmaz oldu” sızlanmasını birlikte yaptıktan sonra o beklenen cümleyi kurmakta gecikmedi usta: “Gözümde tütüyor İstanbul!” Eh, aksi olsa şaşardım elbette.
Yağmur altında şehrin eski merkezini gezmeyi sürdürürken, hem harika yapılar, şehrin imarına mahsus nitelikli eski eserler gördükçe hoşnut kalıyor, hem de bu eserlerin bakımsızlığa, ilgisizliğe, çürümeye terkedilmiş olduğunu gördükçe hayıflanıyor, üzülüyordum.
Ne yazık ki bir tanesi dışında hemen bütün anıtsal câmiler harap ve bakımsız haldeydi. Mesela Şerefiye Câmii’nin içi nemden dökülüyor, abdesthâne bölümü ise ne hikmetse beş yıldır kapalı tutuluyordu. Bir câmide abdest alamamak herhalde izah edilemez, nitekim bendeniz de orada abdest alamadım.
Saniyen Taş Camii’nde ne zaman yağmur yağsa olduğu gibi içeriye akıyor. Kalealtı Camii ise çok başarısız bir restorasyon geçirdiği için farklı sorunlarla ma’lul. Bazı câmilerin çevresi ise çok bakımsız maalesef.
Şerefiye Câmii’nin son cemaat mahalline çok çirkince raptedilen klima aparatlarına şaşkınlıkla bakarken, c âmiden çıkan bir Beyefendi yanıma gelip beni çay içmeye davet etti ve kıtlama şekerle bir soba etrafında çayımızı içerken, şehrin câmileri, ziyaret yerleri ve başka tarihi eserler konusunda yapılan yanlışları tek tek anlattı ve ekledi: “Keşke hiç dokunulmasaydı!”
Bitlis’i çok sevdim. Bir çok şehrimizde olduğu gibi burada da bakımsız bir mücevher varlığı gördüm. Bitlis’e şöyle bir dokunulması, gerçekten de insanın içini açan, gidip görmeye değer bir şehrin varlığını hemen hissettirecek. Kuşku yok ki Bitlis de Mardin, Urfa, Diyarbakır gibi olağanüstü şehirlerimize hemen eklenebilecek bir tarihsel, kültürel ve mimarî arka plana sahip.
Esnafı son derece saygılı ve ilgili.
İnsanları güleryüzlü ve yardımsever Bitlis’te her üç dükkandan birinin bal satması şaşırtıcı değil. Ayrıca ceviz, nar, kabak da sıkça rastlanan yöresel ürünlerin başında geliyor.
Erbil’deki kadar olmasa da şehrin merkezinde yer alan muhkem kale ve bu kalenin altında estetik bizimde inşâ edilip sıralanan dükkânlar başarılı bir şehircilik uygulaması.
Büryan konusunda Siirtlileri üzecek kadar başarılı bir şehir Bitlis. Dolayısıyla döner bakımından da üstdüzey bir tadla muhatap oluyorsunuz. Tabii ki bu lezzetin sebebi, tabii beslenmeye dayalı hayvancılık.
Şehre gelmişken elbette Mevlâna İdris-i Bitlisî’yi anıp “hû” dedik ve elbette şehrin Selçuklu geçmişinden bahisle attığımız tivitlere celâllenen zevata gülüp geçtik. Efendim câmiler Selçuklu eseri değilmiş! Ben ne câhil, ne kötü niyetli biri imişim. İyi o zaman git içinde bol bol ibadet edip sâhip çık. Câmi içini kim dolduruyorsa onundur, değil mi ama!
Aklım Bitlis’i genişçe gezememenin verdiği burukluk ve bu mücevhere bakamamış olmamızdan kaynaklanan hiss-i elemle orada kalıp yeniden Batman’a doğru yola çıktığımızda şiddeti giderek artan yağmur, iyice çılgınlaştı. Aşırı şiddetli yağış altında Batman’da dostlarla kısa bir molayı müteakip rotayı Diyarbakır’a çevirdik. Lâkin çoğu defa başıma geldiği gibi uçağı kılpayı yine kaçırıp geceyi geçirmek üzere yeniden Batman’a döndüm.
Bilmiyorum ki bu Batman’da ne var? Geçen yıl Siirt Ulu Camii’nin minaresine bakarken dalıp kaçırdığım uçak, bu yıl Bitlis’in beş minaresine dalıp uçağı yine kaçırmak şeklinde tecellî etti.
Ama nedir? Değer mi değer. Bir gün yeniden! Bitlis Bitlis.