Her yıl olduğu gibi bu yıl da eksilerek girdik Ramazan’a. Bazıları yok aramızda ve artık olmayacaklar.
Bazıları cennete gitti de ondan, Filistin’deki 62 Müslüman gibi.
Ramazan’ın latifeleri, şenlikleri, hikmetleri de sökün ederdi Hilâl’in görünmesiyle birlikte. Zaten hazırlık epey önceden başlardı evlerde, çarşıda, mâbetlerde, gönüllerde.
Hayat başka bir akışa teslim olurdu, belki yine oluyor, bilemiyorum.
Çok mu yorulduk? Ne yaptık ki?
Her ekranda, her meydanda bir Ramazan ‘coşkusu’ işte, daha ne istiyorsun deme bana. Sen de biliyorsun coşku olmadığını. Coşku kurgulanmaz.
Seçim gürültüleri, zulmün küresel ölçekte ayyuka çıkması, müslüman coğrafyalarındaki boğucu/öldürücü hava… Zeytini ve hurmayı, iftarı ve sahuru bir sis bulutunun arkasına mı sakladı?
Her şeyin sahiciliğinden yalnızca çocuklarda kalmış gibi bir şey.
Eninde sonunda varlığımızın bir sorununa dönüşme ihtimalimiz nasıl da yüksek.
Müslüman bir toplumda, mübarek bir ay geldiğinde yiyecek-içecek fiyatlarındaki âni yükselişi nasıl açıklamalı? Arz/talep ilkeleri bunu açıklamaya yeter mi? Yoksa kokuşmuş bir fırsatçılık mı sözkonusu? Yani şu: “Bu ay Müslümanlar madem yeme/içme konularında daha hassas, o halde bu ayın ruhuna uygun olarak bu işlerdeki kârdan fedakârlık edip biraz ucuzlatalım. Kimbilir, belki birileri de bu vesileyle birilerine biraz daha fazla erzak hediye eder” mantığı neden bir defa bile devreye girmiyor, giremiyor?
Böyle üstünkörü düşününce daha bir sürü şey de söylemek mümkün.
Ama işte acı ve öfkeden oluşan ağır bulut, bırakalım incelikleri, temel öncelikleri düşünmeyi bile felce uğratıyor galiba.
Tıpkı dümdüz granit döşeme mantığında olduğu gibi; Artık bir çok alanda, çok genel, keskin hatlarla belirlenmiş düzenlemelerle işler yapılıyor. Ağaçların budanmasından tutun, restorasyonlara; eğitimdeki rakamsal başarı fetişizminden tutun, endüstriyel salata yapma biçimlerine kadar; nüanstan, ânın lüzumundan uzak yaklaşımlar. Zannediliyor ki mesela Ankara’daki bir güncel hayat uygulaması Erzurum’da, Kars’ta da aynı sonucu verir. Hayır, vermez.
İslam İşbirliği Teşkilatı toplanacak ve yine kararlar alınacak. Bu hafta iki dev miting yapılacak Filistin için. Ama bu arada herkes doların yükseldiğinden bahsetmeden edemeyecek.
Şey… Ramazan geldi, mübarek olsun.
İnnâ lillahi…
Salih Mirzabeyoğlu dün vefat etti. İçeride uzun süre tutup sağlığını çürütmüşlerdi. 28 Şubat muktedirlerinden ve sistemden alacaklı olduğuna inanıyorum. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
Buluşma yeri
…) Yirminci yüzyılın son on yılında, 1990’larda dünya temelinden değişti. Ajanslar, lobiler, spekülatif finans kapitalinin uluslararası örgütleri, gezegenimizin gelişimine dair üst karar alıcılara bu dönemde dönüştü. Küreselleşme de bunun sonucu.
Neoliberalizm dogması klasik siyaseti kadük kıldı. Milletvekilleri güçsüzleşti; tek yapabildikleri konuşmak. Medya da aynı boş, anlamsız dili benimsedi. Avrupa, Uluslararası Dayanışma, Bağımsızlık gibi terimler hükümsüz ve kof kaldı. Küresel habercilikteki kısaltmaların çokluğu da bu kofluğa sürüklenişi yansıtıyor. Şu anda dünyayı döndüren şey, hemen bir sonraki edinim; finans için bir sonraki borçlanma sözleşmesi, tüketiciler için bir sonraki alışveriş. Tarihin, geçmişle geleceği birbirine bağladığı hissi tamamen ortadan kalkmasa da marjinalleşiyor. Bu yüzden de insanlar Tarihsel bir yalnızlık hissinden mustarip. (…) Artık ölmüşleri ve doğmamışları karşılamak için özel günlerimiz yok. Gündelik hayat var ama onu kuşatan şey bir boşluk. Böylesi yalnızlık Ölümü bir can yoldaşına dönüştürebilir. Kasid ve onun şair olarak ait olduğu gelenek geçmişe nostalji duymaz, geleceği de ütopya olarak görmez. Kasid sık sık tarihe uğrar –bir buluşma yerine gider gibi-herhangi bir tezi kanıtlamak için değil-ahbaplık etmek için.