Kendi içinde çok trajik ve vahşi bir görüntüyle geçti hafta sonu. Dört patisi de kesilmiş bir köpekcik...
Elbette insanî olan ne varsa ona yönelmiş, onu hedef alan ve elbette kabul edilemez bir gerçekliğin görüntüsüydü bu. Fakat ne oldu? Bu görüntüye gösterilen insanî tepki hızla belirli bir siyasî görüşe, hatta sosyolojiye tepki aşamasına çevriliverdi. Bir siyasî parti adayı hiç çekinmeden meydanlarda bağırarak köpeğin katlini iktidar partisine bağlayıverdi Yetmedi, iki yıl öncesinin başka bir ülkedeki benzer bir olayın görüntüleri mevcut olaya miks edilerek bir ırk ve mülteci nefretinin fitilleri ateşleniverdi.
Bütün bunları yaparken ne utanma, ne çekinme… Hiç, hiçbir ilke gözetilmeksizin, en azından o vahşi olay kadar vahşi temeller üzerinde servis edildi ve bazıları bile bile iştahla bu servisi yedi.
Sonra!
Köpekcik öldü. Zaten soruşturulan olayla ilgili Cumhurbaşkanı özel talimat verdi.
Sonra da asıl hedefin köpek sevgisi değil; ırkçı nefret, belirli bir siyasî görüşe düşmanlık olduğunu esefle gördüğümüz bir hayvan sevgisi hikâyesinin daha sonuna geldik. Niye böyle? Niye örgütlü bir kötülük, gözümüze baka baka arsızca bu nefret manipülasyonlarını yapabiliyor?
Bir acının üstüne eğilmiş gibi gözükürken, aynı anda başka bir şeye kin kusan biri iki yüzlü ve acıyı araçsallaştıran zavallı bir şarlatandan başka bir şey değildir.
Bu zavallı için asıl hedef içindeki kini ve karanlığı her şeyin üzerine boca etmektir. Etrafında olup biten her şey –en derin acılar bile- bu hedefi için bir araç, bir basamaktan başka bir şey değildir.
Neyse. Bazan bir köpek kamuoyunun içine ölümüne bir spot olarak girer ve bir şey söyleyip sessizce çıkar.
Her somut kötü ve trajik olayda davul çalıp, iğrenç bir olayı herkesin gözüne sokmaya çalışanlar, olayın ardındaki ilkesizliği, buzdağını ve sebep denizini görmeye neden zerrece yanaşmıyor, oraya dikkat çekmek isteyeni de şirret şamatalarla susturmaya çalışıyor?
Yüksek ses, bağırma, bastırma, çirkeflikle de olsa arenadaki en etkin ses olma isteği çok yaygın. Peki sonra?
Anlamsız olan biraz da şu: Hem kötülük yapacak araç ve vasatlar sonuna kadar desteklensin ve onlara hiç laf söylenmesin, hem de hiç kimse tarafından bir kötülük yapılmasın! Tabii lan çok haklısın, biz niye düşünemedik bunu, hay bin kunduz.
Galiba şöyle bir şey var: İyiler, “yok canım, kötülüğün bu kadarı da yapılamaz ki” deyip hep gâfil avlanıyorlar örgütlü kötülüğe. Kötülerse, daima düşünülenden bir basamak yukarısını yapıp şeytanı bile mutluluktan yoruyorlar.
Bambaşka kötülükler gibi unutuluveren köpecik! Selam sana.
Bazı sorular
- Askerimiz Menbiç’te. Bu bir diplometik başarı mı, askerî başarı mı? Yoksa her ikisi veya bambaşka bir şey mi?
- Sizin namaz kılmanız veya kılmamanız bizi neden ilgilendirsin bayım? Bu, namazı emredenle sizin aranızda bir şey değil mi? Ama şu kötü miirler hakkında konuşabiliriz.
- Klavyenin başındaki adam; doğru söyle, amacın köpek sevgisi mi, mültecî düşmanlığı mı?
- Adalara elektrikli araç epey gecikmiş bir karar. Bunun hayata geçmesi için ille de Cumhurbaşkanlığı talimatı mı gerekiyordu?
- Suruç’ta olanlar hakkında kategorik onay ya da red adalete hizmet etmez. Ne dilsiz şeytan olmalı, ne fitne körükçüsü. Titiz araştırma, delil karartmama, âdil hüküm. Başka türlüsünü yorgunum anlamaya.
- Dip dalga geldi, pazar günü sandığa vuracak.
- Taksiler hâlâ bildiğini okuyor. Neden?
- F-35 teslimi derin mevzû mu, sıradan bir olay mı?
İstek
Annemle babam bunu bilmiyor. Camideyim. Nasıl yapıldığını biliyorum: Dizlerini kırarken, olmasını istediğin güzel bir şeyi düşünüp, her öne eğilişte bu güzel şeyi istiyorsun. Gerçek olmasını sağla! Caminin tabanı rengarenk halılarla kaplı; dışarıdan bir rokete benziyor, içeriden bir mide gibi. Diğerlerinden farklı olduğum için korkuyorum. Ayağında ayakkabı olan tek kişiyim. Camide nisan ayında, değiliz; ilkbahar gelmemiş daha. Eğiliyorum ve eğiliyorum ve eğiliyorum.
Sayın Cami, Kızıl Yıldız şampiyon olsun. Sayın Cami, Kızıl Yıldız şampiyon olsun. Sayın Cami, Kızıl Yıldız şampiyon olsun.
Sayın Cami, annem iç çekmeyi, bunu yapmayı unutsun.
***
Asija, saçını arayacağım ve tüm yüzlerde alnını. Tüm konuşmalara adını bir tohum gibi ekip, tohumun bir çiçek olmasını umacağım. Sevgili otomatik kayıt cihazı, Asija adında bir çiçek tanıyor musunuz? Tanıyorsanız: Sıfır-sıfır-dört-dokuz-bir-yedi-dört-sekiz-beş-iki-altı-üç-altı-sekiz. Özür dilerim... Aloooo? Aloooooo? Birisi var mı? Sizin kim olduğunuzdan haberim yok; ben Aleksandar Krsmanović’im. Öğrenci, torun, mülteci, uzun saçlı, koca kulaklı, hatıralarının peşinde. Bir kızı, aslında bir kadını arıyorum. Asija. Asija’yı tanıyor musunuz? Bir zamanlar Emina isimli bir kadını arayan deli bir asker tanıyordum. Asija diye birisini tanıyor musunuz? Ben programlı olarak arıyorum. Program şöyle: Kendi hikâyenin yüceltilmesi ve sonu olmayan listeler. Sıfır-sıfır-dört-dokuz-bir-yedi-dört-sekiz-beş-iki-altı-üç-altı-sekiz. (…) Saśa Staniśić-Asker gramofonu nasıl tamir eder?-Ayrıntı Yayınları.