Greta isminde, kendisini iklim aktivisti olarak niteleyen bir çocuk BM’ de küresel iklim sorunları üzerine konuştu ve ister istemez olay oldu.
Greta’nın olayı daha günler haftalar öncesinden başlamıştı aslında. Atlantiği aşmak için yelkenliyle yola çıkması da bir işaret fişeğiydi.
Fakat Greta’nın haklı/haksız kimi suçlamaları, ithamları da içeren konuşması tam da beklendiği gibi küresel gündeme oturuverdi.
Temelde Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin içeriğine dayanarak bir açıklama yaptı Greta. Normaldir, teknik olarak hukuksal çerçevede ihlâl edildiğini düşündüğü bir çocuk hakkı konusunda itirazını dile getirmiştir.
Ama bunu dile getiriş biçimi, takındığı agresif tavır dışında takdir koltuğunun da, eleştiri oklarının da hedefine oturması birkaç dakikayı aldı ve tartışmalar hâlen sürüp gitmekte. Çocuğu bir kahraman olarak görenler de var, ergen bir psikopat olarak görenler de.
Bir kısım ahali 16 yaşındaki kız çocuğunun yaptıklarını tutarlı ve müthiş bulurken, başka bir kısım kamuoyu kızın bir kukla olduğunu, arkasında değişik güçler bulunduğunu, iklim değişikliğinin araçsallaştırılması üzerinden yeni bir oyun tezgâhlandığını vs ileri sürdü.
Greta’nın, ‘çocukluğun çalınması’ söylemi ise doğal olarak özellikle Ortadoğu kaynaklı çocuk ölümleri ve acıları öne çıkarılmasıyla bir fasafiso söylemine indirgeniverdi.
Aylan, Muhammed Durra, Esma, Ümran ve isimsiz sayısız çocuk cesedi şöyle bir geçti bulutlardan.
Ve dedi ki bazıları: “Yeni dünya düzeninin sürdürülmesi (yani katliamlar, işgâller, değişik güç kullanımları) bu defa iklim değişikliği üzerinden mi yürütülecek?”
Son yıllarda sayısız yerel/küresel komplo ve gerçeklik teori ve pratiklerinin içinde yüzen bireyler olarak hiçbir şeye şaşırmayız.
Öyle olabilir de, olmayabilir de.
Belki de istenen buydu. Tarifsiz bir kafa karışıklığına, lüzumsuz heyecan ve korkulara veya tam tersi bir umarsızlık ve boş vermişlik hâline düçâr olmamız.
Eh, olduk işte merhaba Greta, yahut kurgulanmış kerata.
Bir çocuk kuyuya taş attı.
Büyüklere kolay gelsin.
Ufak istekler
İsterdim her şeyden bihaber olmayı, isterdim yeni çarık aldığımda baş ucuma koyup sabaha kadar seyre dalmayı.
Her sabah yeni hedef ve umutlarla uyanıp rızık endişesi bilmeden, günlük yaptığım işlerde dahi tefekkür gözüyle bakabilmeyi...
Yalnızca çeyizden çıkma dantelle örtülü televizyonu dünyaya açılan pencere gibi görmeyi...
İsterdim duyduğum bilgileri kulaktan kulağa oynarcasına kıymet bilip aktarmayı... İsterdim, isterdim kelimesinin bile bencilce geldiği bir hayatı...
Tekrar dinle Sam!
New York’ ta bir adam
Bam bam bam!
Tekrar dinle Sam!
Bam bam bam!
“Çok tel kırılır nâ-ehline mızrab-ı tasarruf verilince”