Kim ağzını İstanbul için açsa, nostaljik inciler dökülüyor.
Ecdad deniyor, eşsiz silüet deniyor, mimari doku deniyor...Üstümüz başımız inciler içinde kalıyor.
Sonra şehre baktığımızda akmayan çeşmeler, hançerlenen silüet, beton ve çelikten ucubeler görüyoruz. Bir İstiklâl Caddesi’nin döşemesi bu kadar mı yapılamaz?
Sürekli nüfusu artan bir şehir için bir şey yapılmasın, her şey dondurulsun diyen yok. Ama el insaf ‘ben yaptım şahane oldu’ diye bir şey hiç yok.
Şahane olmayan hatta kötü/çirkin olan onlarca şey yapıldı şehre. Faydalı ve güzel olan şeyler daha çok yapıldı şüphesiz. Ama yapılan iyi şeyler, yapılan çirkin şeyleri mübah ve masum hâle getirmiyor. Minimalist bakışla söylenecek binlerce teferruat var ama devasa ‘eserler’ de yenilir yutulur şeyler değil.
Başka türlü de yapılabilecek bir Haliç Köprüsü mesela. Şişhane’den inerken Süleymaniye, Zeyrek’ten inerken Galata, köprüden geçerken de Topkapı Sarayı tuz buz oluyor.
Yıllar önce Prens Charles, Boğaz’da merhum Özal’la birlikte gezerken Dolmabahçe’nin sırtında yükselen iki otel inşaatını gösterip sormuştu: “ Altın boynuzunuz bu mu?” O soru Boğaz’ın serin sularında hâlâ demirlemiş duruyor.
Şimdilerde ise Haliç’in üzerindeki köprünün iki boynuzu var (sözde altınboynuz) ve bu lüzumsuz ‘simgeleme şehveti’ o köprünün o çirkinlikte yapılmasının ana unsurlarından biri.
Zeytinburnu’ndaki ucubeyi hiç anmayalım. Savunan bir kişi bile yok ama dimdik awyakta. Gökkafes gibi. Ve artık gemiyle Marmara’dan şehre girerken sizi zarif kubbeler/minareler silüetinin karşılamasını unutun. Beton ucubeler diyarına wellcome.
Ve şimdi huzurlarınızda dev beton martı.
Şehrin ana arterindeki alışılmış ve iskeleyle ( adını terminal yapmalara doyamadığınız) birlikte geleneksel/işlevsel doku bir anda azman bir martı gürültülemesinin altında kaldı.
“Artık kamuoyuna sormadan otobüs durağı bile yapmayacağız” sözü bu kadar çabuk unutulmamalıydı. Belki ortaya güzel bir şey çıkar bilemiyorum. Ama martılar şehri İstanbul’a beton martı epey bir zorlama gerektiriyor. Ve o iskeleden yararlanan çok sayıda insan üç yıl süreceği söylenen bu ‘martılama’ inşaatı sebebiyle kızgın, kırgın.
Şu kadarını söylemek lâzım: çirkin de olsa işlevselliği ağır basan projeler bir süre sonra şu ya da bu şekilde günlük hayattaki yerini alıyor.
Ama estetik kaygılarla yapılıp da estetik olmayan projeler, yapanın elinde patlıyor ve uyanılan her yeni gün, o çirkinlik kamburuna eklenen bir kamburcuk oluyor. Modern bir tasarım, otomatik olarak estetik olanı da gerçekleştirmiyor maalesef.
Söyle bana İstanbul, nasıl mısın iyi misin?
EN BÜYÜK AĞADIR
Köy ağalarının biri çok gaddarmış. Her istediğini yaparmış. Kendisinden önce kimse yürüyemez, baş köşeler daima kendisine ayrılırmış. Ağanın oğlu da durumu bilir ve olaydan gurur duyarmış.
Bir gün câmideyken ağanın oğlu bakar ki, İmam, babasından önde oturuyor. Oldukça canı sıkılır. Nasıl olur da imam, köy ağasından önde oturur? Namazı erken bırakıp çıkar ve kapının kenarında bekler. İmam çıkarken bir kaç tane tokat patlatıverir. Neye uğradığını şaşıran imam şaşkınlıkla sorar:
-Niye vuruyorsun bana?
-Vururum tabii. Babam koskoca ağa olsun da , sen câmide ondan önde otur, olacak şey mi bu?
-Yahu kardeşim ben imamım. İnsanlara namaz kıldırıyorum. O yönden de önde oturmam gerek.
-Ben anlamam arkadaş. Kimse babamdan önde oturamaz.
İmam bakar ki oğlana laf anlatmak mümkün değil, ağaya şikâyetlenir:
-Ağam oğlun geldi bana bir kaç tokat attı. Niye vuruyorsun deyince de ‘sen babamdan önde oturuyordun. Kimse babamdan önde oturamaz” dedi. Ne yapacağımı şaşırdım.
Ağa bunun üzerine “ Ee, İmam Efendi, der. Yalan deel hani. Sen de biraz önde oturuyordun yani” der. Celil Çınkır- Karacaoğlan Coğrafyası Söz Çıkını-Türkmeneli Yay.- (Kaynak: Prof. Dr. Erman Artun- Adana Karatepeli Fıkraları-)
TENEKELERİN SAVUNDUĞU ALTIN
İnsanlar kimin neyi savunduğundan daha çok, neyi kimin savunduğuna bakıyorlar galiba. Diyelim altın değerinde bir mevzuyu teneke bir adamın savunması kafalarda soru işareti uyandırıyor. Teneke bir adam altını savunamaz mı? Savunabilir şüphesiz. Ama şöyle bir şey de var: Sen sürekli altını savunuyor ve onun değerli olduğunu söylüyorsun ama bu altından sana hiç mi bir şey bulaşmaz? Sen niçin saf teneke olarak kalmayı sürdürebiliyorsun, üstelik teneke olmaktan yana hiç şikayetçi veya muzdarip olduğunu gösteren bir işarete de rastlamadım. O halde senin altını savunuşunda bir bit yeniği var.
Bu soruşturma derinleşebilir, ama derinleştikçe sadece sorunun altı çizilmiş olur.