‘Berberci’

Mevlana İdris

Adı Muhammed, kendi ifadesiyle onüç, öndört yaşında.

Güzel bir Türkçe konuşuyor, yedi kardeşi var, Balat’ta anne ve babasıyla yaşıyor. Kendisi ve iki kardeşi kağıt mendil satarak ay sonundaki ev kirasını ödemek için çalışıyorlar. Baba Suriye’de patlayan bir bomba sebebiyle belinden sakatlandığı için çalışamıyor.

Muhammed ne Arapça ne de Türkçe okuyup yazabiliyor. Oradaki eğitimi daha başlangıcında yarım kaldığı için, buradaki eğitimi de yeni başladığı için. Ama şu an okula gidiyor ve yakında hiç değilse Türkçe okuyup yazmaya başlayacak. Bu yazıyı yazarken Muhammed sokaktan kahve içtiğim masaya geldi ve Karar’ın sürmanşetindeki “Gözyaşı” haberini gösterip “Burada ne olmuş?” diye sorarken fotoğraftaki Cumhurbaşkanını işaret edip “İyi adam” dedi.

***

Babası onun ‘berberci’ olmasını istiyormuş. Bana tanıdığım bir ‘berberci’ olup olmadığını soruyor. Arada bir müthiş güzel dualar eden Muhammed, ‘berberci’ mi olmalı, tam bilemiyorum.

Biz konuşurken Arap bir genç girdi kahveye.

Muhammed genç adamın selam verirken ‘aleyküm’ kelimesindeki ayn harfinin telaffuzundan onun Arap olduğunu anladı ve bülbül gibi şakımaya başladı. Ana dilinden biriyle konuşuyordu ve birden onun, konuşurken Halep’in sokaklarında, çocukluğunun o bitmeyen coğrafyasında dolaşmaya başladığını gördüm. Uçuyordu.

İster istemez o güzelim ‘Eskici’ hikâyesindeki İstanbullu çocuğu hatırladım. Bir Arap şehrinde Arapça konuşmayıp öylece susan ve eve çağrılan bir ayakkabı tamircisini izlerken her şeyi unutup ‘O çiviler ağzına batmaz mı senin’ diyen çocuğu.

Muhammed’i izlerken bir hikayenin matrisini yaşadım.

O ise olup bitenin ne kadar farkındaydı, bunu kimse bilmiyor.

Dünyaya bugünlerde ne oluyor, kimse bilmiyor.

Trump yeni bir saçmalıklar çağını başlatırken yalnız olmadığını gördü. Avrupa’daki birçok siyasetçi de yerel Trump’lar olarak onu yalnız bırakmayacağını deklare ettiler.

Muhammed çalışıyor kendi iyilik sokağında.

Trumplar da çalışıyor.

SERİ KATİLLER ARENASI

“İbrik i leğen mâden-i vâhidden ammâ, birisinde su pâk, diğerinde nâpâk. (insanlar aynı topraktan yaratılmış ama, kiminin kalbi şefkat dolu, kiminin ki vahşet.)

...

Yıl 1963. Yaz tatilinde, küçük kardeşimle birlikte, babamın dayısının mandırasındayız. Yakacak odun gerekti. Dayımın oğlu rahmetli Emin ağabeyin elinde bir balta. Civardaki ormandan kuru ağaç keseceğiz. Yola çıkarken, yaşlı bir köylü baltanın ağzını çaputlarla iyice sarıp sarmaladı. Nedenini de izah etti. “Ormanın içinden geçerken, yaş ağaçlar baltayı farkedip rahatsız olurlar.”

‘Câhil’ olarak nitelediğimiz ârif bir ‘köylü’ nün hayat felsefesi!

....

Yıl 1980... İstanbul...Cerrah dostum “Gel, Kumkapı’daki sıradışı bir maça gidelim,” dedi. “Yahu, Kumkapı’da stadyum ne gezer?” diye sordum. “Bu bildiğin maçlardan değil,” diye cevapladı.

Geldik Kumkapı’ya. Bir apartman bodrumu. Karanlığa yakın bir loşluk. Ortada iyice aydınlatılmış ring. Dostum, dövüşseverlerin çoğuna âşinâ. “Bu” diyor, “müteahhit, bu gazeteci, bu avukat, bu doktor, bu ihracaatçı...” Hulâsa elit bir kitle. Müşterek noktaları: Dövüş ve kumar!

Ortada hakem. Anonsla birlikte dövüşçüler getiriliyor. Müthiş bir tezahürat. Ardından, pamuk eller cebe. Kumarın dayanılmaz cazibesi!

...Ve çığlıklar, bağrışmalar, arasında maç başlıyor. İki dövüşçü amansızca saldırıyor birbirine! Dehşetengiz bir maç! Ortalık kan revan!

Onbeş dakika mola veriliyor. Dövüşçülerin gırtlaklarına bile kan dolmuş... Su verilerek gırtlaklar temizleniyor. Kaslar ıslatılyor. Yüzler gözler kandan arındırılıyor. Tekrar ringe... Bu defa daha da kızışıyor kavga. Kafa, göz yarılıyor,vücutlar kalbura dönüyor...

Dayanma gücü kalmayan dövüşçülerden biri kaçmaya çalışıyor; zorla ringe itiliyor. Kazanacağını anlayan seyircilerin tezahüratı çılgınlığa dönüşüyor. Kaybetmek üzere olanlarda ise küfürün bini bir para.

Nihayet maç bitiyor... Ortalık kan revan... Dövüşçülerden biri baygın... Öbürünün ayakta duracak hali yok. İki dövüşçü daha ringe çıkmak üzere hazırlanıyor. “Daha sekiz maç var diyor” dostum keyifle.

Dışarı atıyorum kendimi. Dövüşü kaybeden antrenörün elinde, yarı canlı, kan-revan içinde bir horoz... Bu horoz ringdeki talihsiz dövüşçü! Kumarda kaybeden sahibinin teselli ikramiyesi: Mangal sefâsı!

Evet, bu da ‘eğitimli’ diye nitelediğimiz seri katillerin hayat felsefesi!

Ne diyelim, “insanlar aynı topraktan yaratılmışlar ammâ...”

...

Horoz dövüşleri yasaklandı ama illegal olarak ülkenin her yerinde hâlâ devam ediyor. Bu seri katilleri durdumak için, bu vahşete özendiren bilgisayar oyunlarını durdumak için birşeyler yapamaz mıyız efendim?

YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.