Bir savaş ortamında bulunduktan sonra savaşı sevdiğini söyleyen insana pek rastlayamazsınız. Ama savaşlar sürer.
Şıkır şıkır bir temizlik evde de, sokakta da lokanta ve kafelerde de herkesin hoşuna gider. İnsanın temizliği sevdiği söylenir. Ama böyle değildir. Karşımıza sık sık temiz olmayan yerler çıkar.
Herkes dürüstlükten, iyilikten bahseder sıklıkla. Ama öyle midir?
Ben yemek yapmam diyor, ben temizlik yapmam diyor, zorunda mıyım diyor. Hayır değilsin tabii, aç ve pislik içinde otur, zorunda değilsin.
Ben çikolatasız yapamam diyor. Yaparsın yaparsın, umarım neden yapman gerektiğini bir doktordan öğrenmezsin.
Ben çocuğumun eğitimine çok önem veririm, yılda 80 bin lira harcıyorum, diyor. Eğitime harcanan para miktarı ile eğitimin kalitesi doğru orantılı değildir. Bir öğretmen isterse, bir çocuğun hafızasını hazinelerle doldurabilir.
Ben karanlıktan çok korkarım şekerim, diyor. Bir çok kişi korkar karanlıktan şekerim. Ama biraz alıştırma yapmalı değil mi? Çok karanlık bir yere bırakıp gidiyorlar çünkü.
Başka bir şehirde uyanmanın ilginç sonuçları var. Bunlardan birisi de sabah başka bir odada uyanıp ilk bağlantıları kurmaya çalışırken yaşanan minik gerginlikler. Odadan çıkış yönünden itibaren ne çok şey değişiyor.
O soruyu tekrar edelim: Seçimler bir şeyi değiştirse, yapılmasına izin verilir miydi?
Şu soruyu da ilk defa soralım güneşin altında: Ben ne soracağım? Kabul edelim güzel soru.
Yurtdışına çıkan türklerin çayla, daha doğrusu çaysızlıkla imtihanı da az şey değil hani.
Günler ne kadar ağır, yahut hafif olsa da geçiyor.
Kafamızda çok şey taşıyoruz ama bunların sayısı ve kapladığı yer konusunda hiçbir fikrimiz yok. Unuttuğumuz çok sayıda bilgi, hatıra içinse yapabileceğimiz bir şey pek olmadığı gibi, neleri unuttuğumuzu çoğu zaman farketmeyiz bile
Sadece akılsız bir farenin bir kedinin yatağının altına saklanma ihtimali vardır ama zeki bir fare o yatağın altına bakınca… Fare birden akıllanır ama artık çok geçtir.
Büyük heveslerle spora başlayıp ilk hafta bırakma sporunun hastası olan ne çok ademoğlu/havvakızı var.
İnsan giderek kendinde eskir mi yoksa yenilenme ihtimali de var mıdır? Güldüğünüz veya yediğiniz şeyler değişir mi mesela? Hep aynı eski hataları mı yaparız, yoksa yenilenip yeni hata yapma yapmamız mümkün mü?
Sevgi de tansiyon gibi ölçülebilse ne acayip mi olurdu, berbat mı olurdu?
Eskiden, ilk boğaz köprüsü yapılmamış kadar eski iken, sisli havalarda karşıdaki okuluna gitmek isteyen liseliler iskeleye (Üsküdar, Kadıköy, Beykoz, Karaköy, Eminönü, Beşiktaş) gelir ve elleri sevinç içinde böğürlerinde kalırdı. Çünkü vapurlar, motorlar sisten çalışmaz ve okul mücbir sebeple tatil olmuş olurdu.
Sis şimdi de var ama kar tatili bir sis tatili yok.
Liselerde edebiyat
Liselilerimizin edebiyatla bir ilişkisi var mı? Yoksa hepsi de “üniversite sınavı öcüsü”nün hay huyuna kapılmış durumda mı?
Gerçi zaman zaman gittiğim bazı liselerde fanzinler, edebiyat dergileri görmekteyim hâlâ. Ama asıl yön hep tek: Üniversite sınavları.
Sakarya’daki Özel Adabilim Lisesi’nden bir şiir gecesi daveti gelince kendi lise yıllarımı düşündüm. Bir lise, üniversite ile işbirliği içinde ve İl Kültür Müdürlüğü’nün de katkısıyla edebiyat etkinliği düzenleyecek, üstelik beşincisi, üstelik kaliteli bir içerik ve liste ile…
Dakik bir şekilde davetiye de yazdığı gibi 19.33’de başlayan program, şiir ve müzikle saat 23.00’e kadar aralıksız devam etti. Sezai Karakoç, İsmet Özel, Nazım Hikmet, Erdem Bayazıt, Bahattin Karakoç, gibi şairlerimizin şiirlerini ezbere okuyan gençlerimiz, gençlikle şiirin birbirine ne kadar yakıştığını bize bir defa daha gösterdiler.
Bendenizin de-uzun mu uzun- bir şiirini ezbere okuyan liseli kardeşimden sonra çağrıldığım mikrofonda –hep olduğu gibi- bir şiir de ben okudum.
Demek ki zaman ayrılırsa liseliler edebiyata yeterince eğilip harika çalışmalar yapabiliyor. Hırtlığın, çapaçulluğun, hoyratlığın kol gezdiği günlerde şiirle geçen birkaç saat için, işlerini büyük bir ciddiyet ve sevgiyle yapan genç liseli dostlara çok teşekkür.
Bir teşekkür de Sakarya Üniversitesi’nin Rektörü Prof. Dr. Fatih Savaşan, Sakarya İl Kültür Müdürü/ Yazar Hüseyin Yorulmaz ve Adabilim Koleji’nin edebiyatsever yöneticisi Ahmet Özen ve öğretmenlerine.
Biraz anlam, zarafet ve genişlik için liselere biraz daha edebiyat, resim, müzik, felsefe gerekiyor. Üniversite sınavları biraz bekleyebilir hazret. Sebebini üniversite mezunu yüzbinlere sorabilirsiniz.
Şiir eşyanın kalesi değil ruhun atı olmalı
Sakarya İl Kültür Müdürlüğü görevini de yürüten akademisyen yazar Hüseyin Yorulmaz’ın Erdem Bayazıt’la ilgili çok sayıda çalışması bulunuyor. Bir Neslin Ağabeyi Erdem Bayazıt (Hat Yayınevi 2012) isimli biyografi kitabı Erdem Bayazıt’la ilgili değerli bir çalışma.
Yorulmaz’ın konuyla ilgili bir başka çalışması ise Bayazıt’la yapılan söyleşilerin, röportajların toplandığı “Erdem Bayazıt’la Sana Bana Vatanıma Dair Konuşmalar” (Ketebe Yayınları 2018) isimli kitap. Kitapta Erdem Bayazıt’la yapılmış 26 röportaj bulunuyor. Ömer Erdem’in yaptığı söyleşide tadımlık bir kısım sizi bekliyor:
(…) Hep iyi bir okur oldunuz mu? Edebiyatı yakından izlediniz mi? Önümüzdeki yüzyılda şiirimizde ne tür yönelimler görüyorsunuz?
“İyi okur” kavramından aynı şeyi mi anlıyoruz bundan emin değilim. Bana kalırsa hiçbir zaman iyi bir okur olamadım. Sebebi de gayet basit: Lisan bilmiyorum. Ama “mecnun” gibi okuduğum çok yazar var, tabii Türkçe yazanlar ve türkçeye aktarılanlar kaydıyla. Siyaset hayatına atıldığım döneme kadar edebiyatı yakından izlemek çabasındaydım. Parlamentoda bulunduğum dönemde ciddi bir vakit bunalımına düştüm kopukluk oldu.
Geçtiğimiz yüzyılın havasını daha çok materyalist, pozitivist, rasyonalist esintiler tayin etti. Önümüzdeki yüzyılda daha çok ruhçu değerlerin, fizikötesi arayışların daha ağırlıklı olacağını umuyorum.
Türk şiiri sözkonusu olduğunda hiç şüphesiz Sezai Karakoç yeni bir inşâ hareketi için bir dönüm noktasıdır. Şiirimize çok geniş ufuklar açmıştır. İhata alanı öylesine geniş bir şair ve düşünür tarihî süreç içinde çok nadirdir. (…) Ömer Erdem sordu, Erdem Bayazıt cevapladı.)