Amerika’daki görüşmenin saha yansımalarını ve sonuçlarını henüz göremesek de, görüşmenin bütün ayrıntılarını toplantı salonunda biz de bulunuyormuş gibi izledik, izlettirdiler. Gerçi benim hâlâ bir televizyonum yok o ayrı konu ama elimdeki telefondan akan dünya görüntüleri gözüme bulaşıyor hâliyle.
Değişik açılardan analizler de an be an zaten sökün etmişti, daha da ediyor.
Bir defa bizimki daha şıktı, tamam mı.
Ayrıca her tokalaştığı insanı kendine doğru çekmesiyle bilinen öbürü, bizimkini çekemedi, bu da tamam mı? Âşikâr olanı orada da açık açık söyledik mi, söyledik. Bu, gerekirse kendi işimizi kendimiz çözeriz anlamını taşıyor mu, taşıyor. Partneriniz bir terör örgütü, bunu yapmanız doğru değil, dendi mi dendi.
***
Dediğim gibi sahadaki yansımaları görmedikçe üfür üfür analiz olsun. Suriye’de ve bölgede milyonları kahreden acılar, zulümler bitecek mi, bitmeyecek mi? Çok uluslu işgâl ve zulüm mekanizmaları defolup gidecek mi, gitmeyecek mi? Gerisi fasafiso.
Çok yakınlarda bir dostumdan dinlediğim ve daha geçenlerde yaşanan bir vak’ayı nakledecektim size asıl, içine dünya gündemi kaçtı affedin.
Efendim arkadaşım sık sık seyahate çıkan, fırsat buldukça da bunu uçakla değil de kendi arabasıyla yapmaktan hoşlanan biri. Böyle olunca zaman zaman kendisini ilginç yol hikâyelerinin içinde buluyor hâliyle. Kendisini dinleyelim:
“Bir ay kadar önce Antalya’dan İstanbul’a doğru yola çıktım. Afyon civarında birinin otostop yaptığını görünce hemen durdum ve aldım. Çünkü ben de zamanında yağmur altında sekiz saat otostop yapıp da hiçbir arabanın önünde durmadığı biriyim.
Neyse… Genç arabaya bindi. Zayıf, hiç konuşmayan, dünyanın da pek umurunda olmadığını hissettiren biriydi. Ama dayanamayıp adını sorduktan sonra ne iş yaptığını sordum.
“Mecnun’um abi” dedi.
Bunu o kadar doğal, o kadar kendinden emin söyledi ki gayr-ı ihtiyarî frene basıp durdum ve genç adamın yüzüne bakıp sordum: Nasıl yani?
O yine aynı sükunet ve umursamazlıkla kendi kendine konuşuyormuş gibi anlattı: “Abi ben İstanbul’da oturuyorum. Bu şehirde sevdiğim bir kız var. Ben her hafta İstanbul’dan otostopla bu şehre geliyor, sevdiğim kızı onbeş dakikalığına görüyor,, sonra da yine otostopla İstanbul’a dönüyorum.”
Peki kızla ne konuşuyorsunuz, bu kadar zahmetten sonra bir plan filan yapmadınız mı, hem niye onbeş dakika, diye soracak oldum.
“Ne konuşması abi, ben kızı sadece uzaktan görüyor ve ayrılıyorum, onun bundan haberi bile yok” dedi.
Mecnun’a baktım, sonra biraz da dünyaya. Bastım gaza…”
Böyle anlattı Mecnun’u arkadaşım. Anladın mı Trump Efendi?
Hüzün, keder öfke ve hiddet
Felsefî düşünce sahipleri tasa ile öfke arasında bazı farklılıklar beyan etmişlerdir.
Öfkenin sebebi; bir kimsenin kendinden aşağıdaki birinde kendi aleyhinde hoşlanmadığı bir hâli görmesidir.
Tasanın sebebi ise üstünde gördüğü bir adamın kendisi hakkında revâ gördüğü nâhoş bir hâli görmesidir.
Öfke vücut içinden kaynayarak dışarı fırlar. Tasa, hüzün bunun aksinedir. Onun için tasa, hüzün öldürür çünkü zehiri içte kalır. Fakat hiddet, öfke öldürmez, çünkü zehir dışarı çıkar.
Öfke intikam doğurur. Tasa ise kaygı, dert ve zahmet…
(…) Fars hükümdarlarından biri bir kağıt yazmış, vezirine teslim etmiş. Sonra hiddetlendiği zaman derhal kendisine gösterilmesini ferman buyurmuş. Bu kağıtta şunlar yazılıymış:
“Ne oluyorsun? Öfkeden ne fayda görüyorsun? Sen de bir beşersin. Hükmün altındaki ahâliye acı ki Allah da sana acısın.”
Mâverdî-Yüce Hedefler Kitabı-Hazırlayan: Yaşar Çalışkan-Büyüyen Ay yay.
Tatlı tahliyelerlerler
Mâlum tahliyeler kervanına bir ‘nüfuzlu’ isim daha katıldı.
Tahliye etmeyin demiyorum, edin; suçluluğu sâbit olmamışsa bir kişinin bile içeride tutulması zulümdür. Lâkin bu tahliye de tıpkı önceki gibi kamuoyunda derin şüpheyle, infialle karşılandı. Tekrar belirtmeliyiz ki adalet duygusunun etrafına yaklaşan her türlü nüfuz, abi, güç, torpil vs kelimeleri çürütücüdür ve bu çürümeden, bozulmadan etkilenmeyecek bir toplum ve kamusal düzen yoktur.