Hayat bazan ‘bekle’ der.
Bazan da hayat demeden biz bir şeyler beklemeye başlarız. Bir durumun gerçekleşmesini yahut gerçekleşmemesini.
Bir şey tercih eder, o tercihin gereğini yapar veya yapmaz, sonucuna da katlanır yahut katlanamayız. Bizim çelişkimizin sonu yoktur.
Câhiliz, zâlimiz, âcizizdir Kitap’taki ifadeyle. Ama aynı zamanda da ‘halife’yizdir.
Bekleyen câhil.
Neler beklemeyiz ki insandan, toplumdan.
Sevgi bekleriz, saygı bekleriz, incelik, anlayış ilh…
Ama nedense bu beklediğimiz şeyleri götürüp vermek pek az gelir aklımıza.
Acaba bizde pek olmadığı için mi, yoksa bir başkasının da bu duygulara ihtiyacı olabileceğini düşünmediğimiz için mi?
Biraz üzerinde düşününce bırakın bu duyguları götürüp başkasına vermeyi, kendimizden bile esirgediğimiz ortaya çıkar mı, çıkar.
Hoşlanmadığımız şeylerden yüzümüzü buruşturarak bahsederken, sakın ola o yüzümüzü buruşturan şey, içimizdeki gizli/âşikâr, küçük/büyük kimi ufûnetlerin bir izçıkımı olmasın!
Referandumda nihayetinde iki kelime üzerinden bir tercih yapacağız; evet, hayır.
Ama bu yola çıkıldığından beri sarfedilen düşüncelere, dile getirilen niyetlere, yaklaşımlara bakar mısınız?
Yoksa… Referandum bir nokta idi câhiller onu çoğalttı mı? Bilemem.
Bir şeyi anlayamadığımız için mi bazı tuhaf şeyler yaparız, yoksa çok iyi anladığımız için mi?
Birisi bir şey söylemişti eski zamanlarda; Kadıköy’e her yarım saatte bir vapur kalktığı yıllarda bir adam Cağaloğlu’ndan “Çok acelem var” diyerek oflaya puflaya telaş telaşa Sirkeci’ye doğru koşuşturmaya başlamış, son on saniyede de kendisini vapura atabilmiş. Ama sonra vapurda kalp krizi geçirmiş ve vapur Kadıköy’e varmadan kendisi öbür dünyaya vâsıl olmuş.
Dünyanın işleri de öylece kalmış, hep olduğu ve olacağı gibi.
Güneş, akşam yine batmış. Yıldızlar yine çıkmış hava birazcık kararınca.
Evet, beklememeli.
Ne bekliyorsak insandan, götürüp vermeli ona.
Bu bazan çok zor olsa da.