Bayram sonrası sorular

Mevlana İdris

Her bayrama üç dört günlük tatil ekliyoruz. İyi mi yapıyoruz, kötü mü?

Alınan tedbirler ve yapılan uyarılarla azalsa da bayramdaki ölümlü trafik kazaları yine yüzün altına düşmedi. Ne yapmalı?

Dutlar olgunlaşıyor, bu da daima okulların kapanması anlamına gelir. Sınavları biten öğrenciler, devamsızlıkları da azsa artık okula gitmiyorlar. Nerede yanlış yapılıyor?

Anadolu’da İstanbul seçimleri ile ilgili bir çok şehirde afişler, pankartlar gördüm. Acaba bütün Türkiye bu önemli seçime katılsa nasıl olurdu?

İstanbul seçimleri ile ilgili adaylara dönük didiklemeler mi önemli yoksa Doğu Akdeniz’deki ilginç gelişmeler mi?

Yabancı dilde yazılmış tabela çılgınlığı artık küçük kasabalara bile sıçramış. Ama nasıl olur, insanlar türkçe konuşmaya devam ediyor. Sürgit bu çelişkiye bakarak sormalı: Ne oldu, oluyor, olacak?

Yabancı dilde tabela konusunda bir ayırım da var biliyorsunuz; Bazı yerel yöneticiler arapça tabelalara aşırı duyarlık gösterip zaman zaman bir şov eşliğinde o tabelaları indirirken, diyelim ki ingilizce tabelalara karşı aşırı hoşgörülü ve havaya bakıp ıslık çalıyor. Bu kadar basit bir konuda bile bu iki yüzlülük, bu “kendimden nefret ediyorum” tavrı çok tuhaf. Mezar taşlarını da indirelim o halde, bir dönem yapıldığı gibi ne kadar Osmanlıca kitabe, ibare şu bu varsa yerin altına gömelim.

O arapça tabelaların somut bir karşılığı var: Ülkemizde misafir olan Suriyeliler. O tabela öncelikle o alfabeyi okuyan Suriyeliler için. Peki turistik yerler dışında hiç ingilizin ayak basmadığı yerlerdeki ingilizce tabelaların kafamıza kafamıza çakılması?

Hayır Hintçe tabela da olsun, Kimer Alfabesi de olsun bir şey diyen yok. Sadece iki yüzlü, adaletsiz ve özünde sevimsiz olan ayırımcılık yapılmasın.

Çok iletişim iletişimi öldürür. Eskiler ‘çok muhabbet tez ayrılık getirir’ demişti. Tecrübe eden çoktur herhalde. Ne yapmalı, arada bir iletişim orucu tutmalı mı? Mümkün mü bu?

Bir bayram daha geldi geçti işte. İçinde çocukluğumuz vardı her bayram olduğu gibi. O yerini unuttuğumuz güzel uçurumlar.

Neden unutuyoruz?

Neden unutmayalım.

Özbekistan’da gezerken

Bir dostum Bayramı Özbekistan’da gezerek yaşadı. Orada gezerken farklı şehirlerden bize çok sayıda izlenim aktardı. Mimariden topluma, anıt eserden tarihsel kişiliklere, trenlerden peyzaja…Kendisinden sıkı bir izlenim yazısı bekliyorum ama gözlemlerinden birini buraya almadan edemedim:

“Özbekistan’da tren yolları İle seyahatin ilginç tarafları var. Bir tarafta eski , klasik , klimasız ve berbat WC li ve kara dumanlı Rus trenleri , diğer taraftan modern, hızlı ve oldukça konforlu elektrikli trenler.

Altyapı iyi. Garlar devasa büyüklükte ve genelde şehirlerin dışında bir yerlerde.

Yani 100 yıl evvel inşa edildikleri yere şehir hala ulaşmamış.

Ya da şehirlerin büyümesine izin verilmemiş.

Mesela İstanbul Otogarı’nın zamanında Bakırköy’e yapılması ne kadar mantıklı olurdu ?

İlginç bir yaklaşım.

Şehirlerin büyümelerine izin vermemişler. SSCB döneminde şehirler arası insan hareketi izne tabi idi. Yani kafana göre Trabzon’dan kalkıp Istanbul’a gelemezdin.

Hele yerleşmek için çok fazla evrak, iş onay vs gerekirdi.

Bu gezimizde 3 farklı şehir arasında trenle seyahat ettik. Her defasında garibime giden şunlar idi.

1- Uğurlamaya gelenler gara giremiyor. 300 metre ötede bir kapıda yolcular bilet kontrolü İle içeri alınıyor

2- Gar binasının içine ise ancak pasaport kontrolü sonrası giriliyor. Polis yeşil , pasaportçu beyaz giysili.

3- Birisi daha sonra biletleri sadece damgalıyor. “Görülmüştür.”

Trendekileri saymıyorum.

Sanki yurtdışı uçak yolculuğuna çıkıyoruz.

İnanılmaz.

SSCB dönemindeki kontrollü insan hareketi hala devam ediyor.

Vakit darlandu

Zamanla düğmelerin yerini fermuarlar aldı, sallanan sandalyeler vasıfsızlaştı, bekleyemez olduk köpüren gazozun inişini ‘’hüüps’’ efekti ve işte hukus pokus... Düğümler makas hamlesiyle çözülüyor/çözümleniyor...
Normal merdiven dururken yürüyen merdivende yürüyoruz? Deniz kabukları taş oldu derdini dinleyen yok!
Mezarlıklardan geçerken bir fatiha okumaya, bir kitabı koklamaya, kuru güle saatlerce bakmaya, rüyamızda gördüğümüz kişiyi sabah aramaya kalmadı vaktimiz. Tükettik vaktimizi. Vakit nakitti ve biz onu üç beş kuruşa sattık. gençtik o zamanlar aldandık... Dünyada kalmaya da niyetimiz yok biz de gideceğiz toprağa, tabi ona da vakit bulabilirsek? Müge ablağğ vaktimiz kayboldu şey bi el atsan :)

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.