Canlılar içinde yiyeceğini dağıtan yalnızca insandır. Ama şimdi ekmeğin yerini başka şeyler aldı. Nefret, aptallık ve ölüm dağıtıyor insan. Vâ esefâ.
*
Elliye kadar saymasını bilen birisine ‘ellibeş’ demek, ‘altmışyedi’, ya da ‘doksan iki’ demek anlaşmama ile sonuçlanır.
Elliye kadar saymasını bilen biri ile anlaşmak için ‘yirmiiki’ demek gerekir. ‘Onbeş, kırkiki’ ya da ‘otuzüç’.
Sınırlar aşıldığı zaman anlama zemini yok olur.
*
Modern dünyada çok kişiyle iletişime geçiyor, ama giderek daha az kişiyle görüşüyoruz.
İletişimin hızı arttıkça insanın yalnızlığı büyüyor.
*
‘Biz eskiden’ diye söze başlıyorsak yaşlanıyoruz demektir.
‘Ben büyüyünce’ diye söze başlıyorsak henüz çocuğuz demektir.
‘Haydi kalk, yapalım’ diyorsak şu ânın içinde ayaktayız demektir.
O halde “haydi kalk, yapalım”.
*
Doğru bir mesele hakkında insanlara uymak yerine, insanlara ait bir mesele konusunda doğruya uymak daha iyidir.
Zahmetli ve tahammülü güç olabilir, ama sonuçları itibariyle doğrudan ayrılmamak daima en hayırlısını getirmiştir.
Tarih bunu söylüyor, geleceğin de söyleyeceği başka şey yok.
*
Kendinden güçsüzler ve kendinden güçlüler karşısında takındığın tavır, kendin hakkında çok net bir göstergedir.
İçindeki ‹Adalet› duygusu, karşındaki güce göre şekilleniyorsa geçmiş olsun.
Avuç içim kaşındı
Bankamatiklerde avuç ayası ile işlem açılalı çok oldu. İlk duyduğumda sevinmiştim malum çoğu zaman lazım oluyor nakit. Giderler, patatesler, soğanlar ekonomik kriz vs. Hazır sağ elimde kaşınıyorken dedim bu fırsat kaçmaz haydi bankamatiğe! Epey sıra vardı sabırla bekledim bir taraftan da inşallah kanıtlayabilirim avucumun kaşındığını düşünceleri. Sıra bana geldi avucumu usulca yerleştirdim. Tık tık. Evet kartsız işlem, evet avuçiçi,
-Yapacağınız işlem nedir?
+Ne demek nedir sağ avucum kaşınıyor nakit lazım kardeşim!
Bankamatik: Error 404.
Türkiye’nin Kaderi
Bu bir müjde. “Türkiye’nin Kaderi” üç beş gün içinde çıkacak bir kitabın ismi.
Velud ve sıkı yazar/şair Celâl Fedai’nin yeni kitabının içeriğini baskıdan biraz önce görme şansına erdim. Üç bölümden oluşan kitabın derinlikli ve yakıcı içeriği daha kitabın başındaki şiir ve akabindeki girizgâhla kendini ele veriyor. Girişten tadımlık bir bölümle sözü Fedai’ye bırakıyorum:
“(…) Aliya İzzetbegoviç, “Hakikî bir şair, hakikî bir sanatçı, istemese bile ‘mücadeleye girmiştir’. Onun sanatı –eğer hakikî ise– daima yalanların aleyhine şahitlik etmek durumundadır. Sanatçıların kaçınılmaz mücadelelerinin bulunduğu yer burasıdır.” diyor Özgürlüğe Kaçışım’da. Türkiye’nin Kaderi’ni oluşturan yazılar da şiirlerim gibi izaha gayret ettiğim yola vakfedilmiş bir mesainin neticesi. “Türkiye’nin kaderi” derken “kader”den kastım, kitaptaki yazılardan da anlaşılacağı üzere, dünden bugüne uzanan bir kader. Yani “tarihî bir kader”. Bu kavramı ise İranlı yazar Dâryûş Şâyegân’dan aldım. Şâyegân, Batı Karşısında Asya adlı enfes eserinde bu kavramı, Batı’nın geçirdiği süreçler sonrasında kaçınılmaz bir uğrak olarak karşısına çıkan nihilizmi izah etmek için kullanıyor. Ben ise bu kavrama, yeni bir anlam yüklüyor ve Türklerin, Müslümanlık sonrası üstlendikleri vazifelerin cümlesi olarak anlıyor, anlatıyorum. Türklerin kaçınılmaz kaderlerinin son üç yüz yıllık görüntüsü, Batılıların saptığı nihilizme muarız olmak şeklinde tezahür ediyor. Onlar bunun farkında olsunlar ya da olmasınlar, başarsınlar ya da yenilsinler, kaçsınlar ya da ona doğru koşsunlar... fark eden bir şey yok. Yirmi beş yıl önce Balkanlar’da Boşnakları, Kafkasya’da Çeçenleri bugün Irak ve Suriye’deki Arapları, Kürtleri ve Türkmenleri bulan dertlerin ortağı, kaderi gereği Türkiye’dir. Arakan’daki Müslümanların da başka sığınacağı yer yoktur... Bugünkü Türklerin ataları öyle bir ömür sürmüşlerdir ki şimdikiler isteseler de o kaderden kaçamamaktadırlar. Nitekim bugün Türkiye’deki tüm gerginliklerin kaynağında bu gerilim vardır: Bir kesim, Türkiye’nin tarihî kaderi demek olan İslâmî tefekkürden kaçmasını istemektedir. Bir başka kesim ise istedikleri şeyin gereklerine hazır olamasalar da bu görüşe karşı çıkmaktadır. Ve maalesef bu gerilim, soru işareti doğru yerlere konulmadığı için sürüp gitmektedir...
ABD, İsrail AB, Rusya ve Çin, tarihî kaderlerini izleyen bir “devlet idesi”ni sürdürürlerken Türkler, Kutadgu Bilig’le birlikte şekillenen “Türk devlet ide”sini yaşadıkları zamanda niçin temsil edememektedir? Batılı entelektüeller, sanatçılar, İstanbul’un fethinden sonra bozulan birleşik Avrupa ideali için yüzlerce yıldır yanıp tutuşurken bizim entelektüellerimizi tutuşturan cehtler nelerdir? Onlar mürüvveti nerede ara maktadırlar? Söz gelimi Türkiyeli sosyalist sanatçılar ve entelektüeller, nasıl olmuş da geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinden son çeyreğine kadar, neredeyse yüz yılı bulan bir zamanda milletlerindeki izzetinefsi unutup sosyalist Rusya’dan gelen talimatlara göre düşünmüş, yazmış, çizmiş, yaşamışlardır. (…)”
Kitabı heyecanla bekliyorum.