Bir defa daha sığ sularda atılan kulaçların bakanları bile yorduğu günlerden geçiyoruz. Yorucu bir şey bu gerçekten. Sonu gelmeyecek bir hır gür.
Hukukun bu defa da ideolojik olarak araçsallaştırılıp sopaya dönüştürülmesi de tuhaf mı tuhaf.
Olmasa iyiydi ama, ülkemizde bir çok konuda bagajlarla konuşmak bir tür millî spor olageldi.
Ceza kanunundaki maddelerin lafızları diğer hukuk dallarının madde lafızlarına göre biraz daha keskindir. Mümkünse muğlâklığa yer bırakılmaması; bir söz ya da eylemin suç teşkil edip etmediğinin net olarak belirlenmesi, bu alanın hukuk tekniği bakımından olmazsa olmaz bir gerekliliktir.
Hafta sonunu “savcılar göreve” korosunun kesintisiz cazlarıyla geçirdik.
İdeolojik savrulma ve körlükler üzerinden kaba, rijit söylemlerin istikametinin milim şaşmadığını gördük ve şaşırdık mı? Hayır, şaşırmadık.
Neden öyle bağırıyordu savcıları göreve çağıran kimseler? Savcılar görevini bilmiyor mu?
Türkiye’de kimi ceza kanunlarının sınırı hâlâ ideolojik muğlâklık duvarlarıyla örülü. Ceza hukuku tekniği tekniği açısından sorunlu ve minelgaraib olan bu durumdan savcılara vazife çıkartanlar şunu demek istiyordu, şunun için bağırıyordu: “Muğlak veya çağdaş dünyadaki anlamsız kanun maddesinin yarattığı belirsiz durum, derhal bizim lehimize sonuçlandırılsın ve filan sözü söyleyen filan şahıs cezalandırılsın.”
Ama diğer taraftan da söz ve ifade hürriyetimiz tamdır haaa! Ayrıca bizim taraftan biri bir şey söyler de siz (savcılar) ona hukuken bir şey yaparsanız mangalda kül bırakmayız, ona göre!”
Taraflar yer değiştirse veya şu ideoloji yerine bu ideoloji geçse de bir şey farketmeyen iğneli, zehirli bir fıçı bu.
Nesnel hukukun uygulanmayıp, yargı aygıtının araçsallaştırılarak toplumun şu veya bu kesimi üzerinde şu veya bu görüşün kılıcının sallandırılması şifa getirmez. Bir ideolojinin güdümündeki yargı sopasıyla oluşan katı ideolojik ortamda toplum da, birey de adalet şemsiyesinin koruyuculuğundan uzakta, güvensizdir. Bu ortam boğucu bir ortamdır.
Somut bir söz ya da eylemin provokasyon veya suç olup olmadığının belirsiz olduğu ve toplumun ikiye bölündüğü bir ülkenin hukuk ve akıl sağlığından söz edilebilir mi? Bu kadar muğlâklıkla yaşanabilir mi?
Diğer taraftan Edirne’de bir genç kızın söylediği veya söylemediği sözlerin “and kararı”ndan bu yana zincirleme gelen aynı anlamsal merkezli gündem süreçleriyle birlikte düşünüldüğünde provokasyon olma ihtimalinden de söz ediliyor.
Bu bir ihtimal ve provokasyon olup olmadığının anlaşılması uzun sürmez.
ma işte “paranoyak olmam takip edilmediğim anlamına gelmez” cümlesinde olduğu gibi; diyelim ki bu bir provokasyon cümlesi; üst hukuk normu olarak kabul ettiğimiz AİHM değerlendirmelerine göre provokasyon cümleleri de düşünce hürriyeti kapsamına giriyor. Girmese de, ülkenin hukuk aklı ve toplumsal tecrübe birikimi bu kadar kolay tufaya gelip toplum ikiye ayrılmış görüntüsü içine giriyorsa biraz durup düşünmeli.
Biz incir çekirdekleriyle oyalanırken Gazze’de ve Yemen’de neler oluyordu bil bakalım.
Paris’te 1. Dünya Savaşı çerçevesinde buluşan siyasî liderlerin yağmur altında yürürkenki görüntülerine bakarken şunu düşündüm: 1. Dünya Savaşı bitmedi, değişik cephelerde hâlâ sürüyor.
Yeryüzü için de, tek bir insan için de... Adalet herkese lâzım.
Geçip gittiğimiz şu dünyanın gökkubbesinde bâkî kalan bir hoş sadâ. Bıraktın bıraktın, bırakmadın sen bilirsin.
Kardeş, birbirimizi görüyoruz biz
Hiçbir zaman karartamayacakları
Ve kıramayacakları
Bir insanî aynada
…
Arkamızda korku ve kin ve ölüm
Solduruyorlar hayâl ettiğimiz mutluluğu
Fakat önümüzde doğuda doğdu gün
İçinde yaşadığımız an tutuyor güçlü ellerinde
Filizlerini tasasız ve sınırsız bir hayatın
Gece küçüldükçe küçülüyor
Ve yansıtıyor yeryüzü lekesiz bir geleceği
Paul Eluard (Çev. Cemal Aydın)
Kitap fuarı
Uzaktaki kitap fuarı yine başladı.
Evet, ulaşmak ve kitap paketleriyle geri dönmek meşakkatli. Üstelik geçen yıl oradan alınmış kitapların okunması daha bitmemişken. Ama bu bir hastalık gibi. Gidilecek, bazı kitaplar alınacak ve özellikle kış gecelerinde ıhlamurla, çayla o kitapların kapağı açılarak çevrilecek. Hayatın bir rutini de bu galiba. Yeni kurulan Ketebe, VakıfbankKY gibi yayınevlerinin kitaplarını topluca gözden geçirmek, yeni heyecanları müşahede etmek, kaybedilen iyi bir kitabın yenisini almak, sevdiğiniz bir yazarın bir kitabının daha çevrildiğini görmek… Gidelim bakalım.