Kamusal neşriyat, hissiyatımıza muvafık değilse, bir süre bizi oyalasa da derinliksiz akış bizi boğmaya başlayabiliyor.
Gazetelerin, televizyonların ve diğer elektronik neşriyatın bizi getirdiği yerde çoğu zaman ot bitmiyor, kuş ötmüyor. Şeytani bir goygoy, politikadan ibaret bir vasat, egoist ve yetersiz çapaçulluklardan mürekkep diskurlar illallah dedirttiğinde; duru bir ses, inşirah veren bir nefes, geniş zamanlı soluk alabildiğimizi hissettiğimiz bir bahçe arıyoruz.
Bu bahçe bazan bir çift göz, bazan kuş gibi atan bir kalp, bazan da birkaç kelime oluyor. İnsanlığı kurtaramasan da içinde bulunduğun cehennemî ânın dışına çıkabilmek için insanî bir deneme işte. Geçenlerde dünyada dolaşırken birden böyle bir şiirle karşılaştığımı düşündüm. Şair Âşık Paşa’ya (1272-1333) ait bu şiiri buraya alıyorum ki ferahnâk olasuz, belki saadet bulasuz nice sonra yitse de.
HER KİM BANA AĞYAR İSE
Her kim bana ağyar ise
Hak Tanrı yâr olsun ona
Her kancaru varır ise
Bağ u bahâr olsun ona
Bana ağu sunan kişi
Şehd ü şeker olsun işi
Kolay gele müşkil işi
Eli erer olsun ona
Acı dirliğim isteyen
Tatlı dirilsin dünyada
Kim ölümüm ister ise
Bin yıl ömür olsun ona
Her kim diler ben hâr olam
Düşman elinde zâr olam
Dostlar şâd ü düşmanı
Dost mâşuk yâr olsun ona
Ardımca taşlar atanı
Hak tahta ağdırsın onu
Önüme kuyu kazanı
Güller nisâr olsun ona
Her kim diler ise benim
Ol dostumdan ayrıldığım
Gözlerinden hicâp gitsin
Dizâr iyân olsun ona
Bu Muhlis oğlu Paşa’nın
Güldüğün istemeyenin
Ağladığın isteyenin
Gözüm pınar olsun ona
Kendisine hiçbir zararı olmayan insanları onlar, yüzler, binler, onbinler hâlinde gözünü kırpmadan öldürmekte bir beis görmeyen dünya sisteminin insancıklarına yüzlerce yıl öncesinden seslenen bir ses dinledik. Duyduk mu? Hiç bilemiyorum.
Ve tek başına olup, kendini her şeyin biricik haklı tarafı ve merkezi sanan ağyara bir şey söylemiş oldu mu Âşık Paşa?
SAAT ÇİÇEKLERİ
(…) Çiçek bulutları Momo’yla birlikte kentin üstünden, evlerin, damların, kulelerin üstünden hızla esip geçiyordu. Sanki gazel bir vals çalıyor ve çiçek kümeleri bunun temposuna uyarak bir aşağı bir yukarı dalgalanarak uçuyordu.
Çiçekler yavaş yavaş alçaldılar, alçaldılar ve donup kalmış dünyanın üzerine kar taneleri gibi yağdılar. Ve tıpkı kar taneleri gibi eriyip çözülerek görünmez oldular. Çünkü artık her biri ait olduğu yere ulaşmıştı. Bu yer, insanların yüreğiydi.
Aynı anda zaman yeniden işlemeye başladı. Herkes ve her şey yeniden canlandı. Arabalar yürüdü, trafik polisleri düdüklerini öttürdü, güvercinler uçtu, elektrik direğinin yanında arka ayağını kaldırmış bir şekilde duran küçük köpek orayı ıslattı.
Dünyanın bir saat dönmeden durduğunu kimse anlamamıştı. Çünkü gerçekte durmasıyla yeniden dönmesi arasında zaman hiç işlememişti. İnsanlar için göz kırpmak gibi bir şeydi bu. (…) Michael Ende- Momo- Çeviren: Leman Çalışkan- Kabalcı yay.