Adamım gri bir gökyüzü altında parktaki banka oturmuş, okuduğu kitaptan arada bir başını kaldırarak küçük sorular soruyordu; Bu soruyu soğuk havada tek başına kıpırdamadan duran yapraklarını dökmüş ağaca mı soruyordu yoksa üstünden geçip giden bir saksağana mı, tam anlayamıyordum.
“Başlangıçlar mı daha çoktur yoksa sonuçlar mı?” diyordu mesela. Sonra da bir cevap beklemeden başını yeniden okuduğu kitabın sayfalarına gömüyordu.
“Yaşarken geriye mi daha çok bakarız ileriye mi? Ve bunların hangisinin daha iyi olduğunu nasıl ölçeriz?”
“Dostluk, yalnızca iyi insanlar arasında olabilen bir şey midir? Öyleyse kötülerin bu etkin yayılmacılığını sadece sıkı örgütlenme ile mi izah edeceğiz?
Ne bir cevap vardı koca parkta, ne bir ses.
Adamımın soruları ve bu sorulara verilmeyen cevaplar, alanı ele geçirmiş gibiydi.
Devam ediyordu adamım sorularına:
“Olmuş olanla uğraşmak mı daha akıllıcadır, olacak olanla mı? Bu ikisinden biri mümkün müdür, ya da sadece olanı yorumlamaktan, olana üzülüp/sevinmekten ibaret midir her şey?”
O sırada oradan geçen bir köpek sanki bu soruyu duyup anlamış da sersemlemiş gibi birden yere yattı ve filozof gözlerini adamıma dikip yumuşak bir bakışla onu dinlemeye başladı.
Adamımsa köpeğin farkında değilmiş yahut bir köpeğin birden önünde yere yatıp onu dinlemeye başlaması çok olağan bir şeymiş gibi kitabını okumayı ve sorularını sormayı sürdürüyordu. Sorularının bazısı içinde bazısı dışındaydı. Dışındakilerden kimi soruları yakalayabiliyordum.
“Niçin gerçeklerden filme, yaşamaktan izlemeye kaçıyor insan şehirde? Gerçeğin tadı mı azaldı, tahammül mü edilemiyor, yoksa filmler daha mı gerçek?”
“Suriye’de bir baba ‘çocuğum açken öldü” dedi bir bombalamanın ardından. Sorum yok.”
Adamımın bu cümlesinden sonra çok sayıda kuş havalandı parkta çığlık atarak. Ne adamım şaşırdı buna ne de köpek.
Gri mi griydi gökler. Adam mı adamdı adamım. Köpek mi köpekti köpek.
Olmayan neydi yine de? O yakıcı eksiklik. O küçülmeyen soru. O bitmeyen tereddüt.
WEEK - END
Milano kentinde öyle bir yer vardır ki, zenginlerin yazı orada Milano’nun başka yerlerinden çok daha fazla hissedilir.(…) Bugün Cuma -zenginlerin hafta sonu tatili bugünden başlar- sadece meraktan da olsa saat iki buçuk üçe doğru -sizinle dalga geçmiyorum- güneşin o en kararlı olduğu saatlerde Anıtsal Kabristan’a girin. Burada Milano endüstrisinin büyük adamları, korkulanlar, efsanevi olanlar, yorulmak bilmezler, yılın her sabahında saat yedide örnek olmak için işbaşı yapanlar -sözcüğün tam anlamıyla kol kola vermiş olarak- nihayet uyumaktadırlar. Şuradaki birkaç yüz metrenin içinde “büyük patlama”nın babalarını, dedelerini, büyük dedelerini bulabilirsiniz. Hiçbir zaman bu kadar yalnız olmamışlardır. İnsanları denizlere, dağlara, kırlara çağıran bu güzeller güzeli öğleden sonrasında siz demirin, çeliğin, ipliğin, kağıdın, seramiğin, elektrikli ev aletlerinin kudretli adları, buraya kapanmış ne yapıyorsunuz? Böyle kendi başınıza, yanınızda sekreterleriniz, danışmanlarınız, yönetim kurullarınız, ustabaşılarınız; dizinizin dibinde eşiniz, çocuklarınız olmadan nasıl kalabiliyorsunuz?
Sayın baylar -sorumu bağışlayın- bu koca mermerler size ağırlık vermiyor mu? (…) Dino Buzzati- Colombre- Çeviri: Eren Cendey- Can Yay.
VATANDAŞIN ŞİKAYETİ
KALDIRIMLAR! BELEDİYELER!
İstanbul’un her yerindeki esnafların kaldırım terörüne kim dur diyecek. Bunu Büyükşehir, vilayet veya ilçe belediyeleri ya da kaymakamlık yapmadığına göre benzmi yapmalıyım? Her esnaf kendi dükkanının önüne eline ne geçerse (masa, sandalye, merdiven, çöp kutusu, süpürge, sırık, ekmek kasası vs) koyuyor. Görüntü çirkin, üstelik hakkı yok. Kamu malını geçici gasp! Bir de park etmek isteyene hırlıyorlar. Cinayetlerin çıktığı sır değil. Bu eşkiyalığa kim dur diyecek, ne zaman diyecek! A. S. – İstanbul