Son günlerde -ya da son yıllarda bile denebilir- adaletin verdiği kimi kararlar toplumun gündemine bazan kurşun gibi, bazan şaşkın ördek gibi bir algıyla girip çıkıyor, yahut giriyor ama çıkmıyor.
İçinden geçtiğimiz günlerde gündeme gelen bir dizi karar ise adalet sistemine ilişkin kimi algıların tuzu biberi oldu.
Otobüste tekme, câmide darbe gecesi salâ okuyan müezzinlere saldırı, ölümlü bir trafik kazasındaki gelişmeler, bir üniversitede stand açan öğrencilere soda şişesi fırlatıp göze zarar veren sol bir klik mensuplarının beraat etmesi gibi güncel olanlar bir yana; 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, önce gözaltına alınıp, sonra da serbest bırakılan Adil Öksüz örneği gibi onlarca konudaki başka yargı kararları da, bizi tuhaf mı tuhaf algıların içine yuvarlıyor.
Sosyal medyada bir yargı kararı ile ilgili hareketlenmelerin, eleştirilerin yargı kararlarını etkileyip, akabinde aynı olayla ilgili yeni karar, talep veya sonuç doğurması ise bambaşka ve yeni bir tuhaflık.
Gözaltına al, tepki geldi serbest bırak, tepki geldi yeniden gözaltı, yurtdışına çıkış yasağı vs. Bu durum son günlerde çok yaşanmaya başladı.
Ne oluyor?
Kimi uygulamalarda adalet terazisi değil, adalet tahteravallisi diyebileceğimiz bir durum mu var?
Böyle dersek bu bir abartı ve insafsızlık olur şüphesiz.
Ama bu düşünce durup dururken düşmedi aklımıza. Yargının somut kararları ne yazık ki kısa süreliğine de olsa böyle bir algının tüfeklerini tetikledi.
Olmamasını dileyelim desek de olmuş şeyler üzerinden konuştuğumuz açık.
Bir daha olmamasını dileyelim bâri.
Adaletin terazisi terazi olarak kalsın. Her türlü tahteravallinin yeri ise lütfen sadece çocuk parkları olsun.
Aldığım gazeteyi reklamlarına kadar okurum
Sayın Mevlâna İdris Bey; Karar’ı pozitif ayrımcılık yaparak ırkdaşım Etyem Mahçupyan Bey için bir kaç haftadır alıyorum. Aldığım gazeteyi reklamlarına varıncaya kadar okuma alışkanlığım, Karar yazarları ile tek taraflıda olsa ünsiyet kurmama neden oldu. “Tokyo’da Cırcır böceği sesleri” yazınızı okuduğum gün, yazınızın ve cırcır böceklerinin samimiyeti ve aynı gün okuduğum iki yazarın satırları yazma cesareti verdi. Ve rahatsızlık verdim, bağışlayınız.
Ömer Erdem Bey’in “Hafıza ve kültür” yazısındaki, “Çünkü kuşların göç yolları gibidir kültürel hafıza, rüzgarın iklim kuran akımlarına benzer”. Satırları.
İbrahim Kiras Bey’in “Devleti ayakta tutma ideolojisi” yazısında ki, “Osmanlıcılara göreyse Osmanlı milleti hem farklı etnik kimliklerin hem de farklı dinlerin mensuplarından müteşekkildir. Osmanlı devletini Müslümanlar ve gayrimüslimler beraberce kurup yaşatmışlardır”. Satırları.
Neden bana yazdın diye sual edersen, okuyucuların sesine kulak veren köşenizin; yatay ve parçalı duruşu ile Mevlâna hoşgörüsü ‘İdris Nebi hülle biçer’ diye aklımda kalan Yunus Emre şiirinin isminizde meczedilmiş olması derim. Kıyı Ermenilerinden Aram.
Anlatabileceğim kadar anlatayım
(...) Hangi büyükler böyle anlattı bilemiyorum ama benim görebildiğim kadarıyla Türkiye’nin kültür çevrelerinde, kültürün, sanatın, edebiyatın fikrin üretildiği zeminlerde adına sağ sol demesek de bir ayrım var; Batıcılar-gelenekselciler, ilericiler-gericiler, millîler-enternasyonaller, şucular bucular. Bu konudaki cepheleşmenin zaman zaman oldukça acımasız olduğunu da görmek gerekir.
Peyami Safa da bundan büyük acılar çekti, Oğuz Atay da, Nuri Pakdil de, Kemal Tahir de, Cemil Meriç de. Kültür iktidarının gadrine uğramış bu insanların ortak özellikleri yerli olmaları, bu toprağa ve halka aidiyetlerinin yüksek olması, hakikat gibi ağır bir yüke talip olmaları, kültürel performans alanlarına, gösteri sahnelerine yüz vermemeleri, varoluşlarını sahici acılar çekerek keşfetmeye çalışmalarıdır.
(...) Meselelerimizi sahici bir düzlemde ifade edebilmek gibi bir çabadan söz ediyorum. Yoksa her kesimin hazır kalıpları, duyarlık ve ifade biçimleri, sevgi ve nefret cümleleri ve bütün bunları kabaca ifade etmesi durumunda çılgınca alkışlayacak körleşmiş çevreleri var. Bu alkışın şehvetine kapılan edebiyatçılar çiğ ve kaba gündelik dilin esiri oluyorlar. Edebiyatın yüksek ruhunu buna alet etmeye çalışıyorlar ama zaman geçince bunların hiç biri kalmayacak. (...) Tarık Tufan- Arka Kapak dergisindeki röportajından.- Röportaj: Yunus Emre Tozal, M. Ali Çalışkan