Bir kafede oturuyorum.
Yan masada dört genç kız neşe içinde içlerinden birinin doğum gününü kutluyorlar. Ne güzel, mutlu yıllar iyi ki doğdun kardeşim.
Bu kareden çıkıp gölgeli ahşap masayı arkamda bırakarak 12 saat geriye doğru gidiyorum: Boğaziçi “ Şehitler” Köprüsüne.
Asya ile Avrupa’nın ortasında yüzbinler toplanmış, geçmişle gelecek arasındaki o tarihsel anda bir şeye işaret ediyorlar.
Neye işaret ediyor yüzbinler? Bütün boyutlarıyla varoluşumuza, değerlerimize, milletimize, onurumuza.
Minik çocuklar, yaşlı dedeler, nineler, koltuk değneğiyle zor yürüyenler, kadınlar, gençler, her yaştan herkes.
Herkes kendini bulduğu o büyük yapıda, diğer kendisine eklendiğini, büyüdüğünü, gerçekleştiğini yeniden hissediyor.
Aynı his şehrin diğer meydanlarında da eksiksiz bir coşku ile kendini gösteriyor. Saraçhane, Taksim, ilçe meydanları ve Anadolu’nun irili-ufaklı bütün meydanları tam bir haftadır yekvücut büyüyor, büyüyor, büyüyor.
Milletin tarihe el koyduğu çok müthiş bir süreçten geçerken, kamuflajlarıyla aramızda dolaşıp ıslık çalanların farkındayız. Gizlenme ihtiyacı duymayan güçleri de görüyoruz.
Hiç bir ülkede olmadığı kadar müreffeh bir hayat yaşayan, sonra da kendisine bu hayatı teminden başka suçu(!) olmayan halkın üzerine kurşun yağdıran hainleri bu milletin unutması mümkün değil. Balık hafızalı dedikse o kadar değil yani.
Bu sıcak atmosferde hâlâ yalan ve ihanet merkezli faaliyet içinde olanlar zaten görülüyor ama esef verici olan şu: İçindeki menfaat canavarını, mülk hırsını böyle anlarda bile cepheye sürmekten çekinmeyen –rengi, düşüncesi, siyasal tercihi önemsiz- bir güruh, tuhaf bir çürümenin nişânesi olarak, milletin canına kasdedenlerle birlikte arz-ı endam ediyor, ön alıyor, boy gösteriyor. Onlardan da yaka silkiyorum.
Alçak ve kanlı darbe teşebbüsünün ardından direniş gösterip meydanlara sığmayan bu halk şimdi yalnızca adalet istiyor.
Ve kafelerde, pikniklerde, lokantalarda, câmilerde, kütüphânelerde, müzelerde, sokaklarda, caddelerde...Yeniden güven içinde, normal gündelik hayatına dönmek istiyor.
Ama içinde bir kuşkuyla değil.
Hesabın eksiksiz görülmesi isteğiyle.
Not: Cumhurbaşkanımız 15 Temmuz’un artık “Şehitleri Anma Günü” olarak anılacağını söyledi. Bu çok yerinde karara daha önce yaptığım teklifi bir defa daha gündeme getirerek eklemek istiyorum: Köprünün adı “Boğaziçi Şehitler Köprüsü” olarak –ya da bir başka isim- değişmeli. Buna ihtiyaç var ve bedeli 15 Temmuz’da ödenmiştir.
Acıların ardından...
Aşağıda okuyacağınız sahneleri bir sanayici dostum anlattı ve sizinle paylaşmak istedim.
“...Kıdemli ustalarımızdan birisi ile kalkışmanın ertesi günü konuşuyoruz.
Trabzonlu bir köylümüzün de -uzaktan-akrabamız- çatışmalar sırasında askerlerce öldürüldüğünü söylüyor.
Nerede , kim vs. sorularının cevabı çelişkili.
“Biraz daha detay öğren, bana söyle. belki bir şeyler yaparız “diyorum.
Bir kaç gün sonra bilgilenmiş şekilde anlatıyor :
“Köprüde olmuş. aynı mahalleden bir grup ile oraya gitmişler. Ümraniyeliler.
3-4 kişi aynı arkadaş grubundan şehit olmuş. Bizim köylümüzün ismi Köksal Karmil.
Bir baba ile oğlu vurulmuş. Onları ateşten hattından almaya çalışırken , bizim hemşehrimize arkadan kurşun gelmiş. Hastanede ölmüş “
Daha başka şeyler söylüyor , başka detaylar da anlatıyor ...
Ama artık duymuyorum.
“Köprü,
bir baba ve oğul “
Ustamızın yanından ayrılıyorum hızlıca
Bunca senedir sertliği ile tanıdığı Patronunu böyle görsün istemiyorum...
Kader ...
Kimleri nerede karşılaştırıyor ?
Hayatında ilk defa dokunduğun , tanışmaya fırsat bulamadığın birisi için can veriyorsun.
Bu kalkışmanın acısını her gün yaşamayacağız belki.
Ama ne zaman 15 temmuz kalkışması konuşulsa, ,aklıma rahmetli Erol, oğlu ve bu hikaye gelecek.
Tıpkı 28 şubat MGK toplantısının sonuçlarını korku ile beklerken , küçük kızımın doğumu gibi.
Kızımın her doğum gününde o saatleri hatırlıyorum...”
ANONS
Kamuflajlar içinde hâlâ aramızda dolaşsalar da darbeciler çıplak!