Her gün belki her an ne çok şey açılıyor ve ne kadar azını farkediyoruz.
Bir gül açılıyor mesela, kimbilir kaç bahçede kaç renk.
Bizden habersiz her sabah gözler açılıyor, kalpler ve gözler, kulaklar, ağızlar açılıyor.
Okullar açılıyor her sabah.
Umudun, inşirahın kapısı açılıyor bazan ardına kadar.
Bazan umutsuzluğun kapıları mı? Umutsuzluğun da mı kapısı var? Var galiba.
Çeşmeler açılıyor, paketler açılıyor.
Bir çocuk içinde bir pencere açıyor.
Bir kadın bir anahtarı çevirip bir erkeği açıyor.
Bir erkek gidip ekmek için bir aslanın ağzını açıyor.
Benzin deposunun kapağını açıyor bir benzinlik işçisi.
Sobanın ağzını açıyor gece serinleyince dağ başında bir yaşlı adam.
Şair kalemini açıyor, defterini açıyor, kelimelerini açıyor.
Milletvekilleri toplanıyor ve Başkan Meclisi açıyor.
Sürekli yeni bir krizin ayak seslerini açıyor Amerika’da biri.
Suriye’de çaresizlik gelip sıkılmış bir yumrukta patlıyor.
Kayıp piyanistin ellerini bulmak için ayaklarını açıyor birisi.
Telefon ekranlarını açıyor her an milyarlarca kişi.
Gazetenin sayfalarını açıyor bir adam nedensiz.
Gökler açıyor birden nedensiz.
Gözünü kapa kafanı aç adamım, diyor bir ses.
Bu sesin peşinde bulut oluyor bir yaprak.
On milyarlarca tonluk bir buzul parçası kopmuş nereye gidiyor?
Haksızlıklarla yanan dünyayı söndürmeye mi?
Bozuk çarkları biraz daha döndürmeye mi?
Hünnap geçmeden yetiş, alıç bitmeden kımılda.
Vakit varken eğil bir gülün karşısında.
İpeği kes sar bir ağacı sessizce.
Daha geç olmadan aç kitabı.
Her gün açılana kapatma kendini.
Okuma listeleri mi dediniz
Siz de karşılaşmışsınızdır: “Bana bir okuma listesi verir misin?” soru ve isteğiyle. Benzer istekler film ya da müzik konusunda da gelir. Bu isteği anlamlı bulanlar var, anlamsız bulanlar var. Ben anlamsız bulanlardanım, kişi kendi içini kendi kurmalı.
Genç entelektüellerden M. Fatih Kutan medium.com’da konuyla ilgili olarak “Dört maddede kitap listelerine neden karşıyım?” başlığı altında düşüncelerini açıkça yazmış; Kimilerine aykırı gelecek bu düşünceleri elbette beğeniyle alıntılamadan edemedim:
“I. Okumaktan market listesi okumayı değil, eleştirel bir okumayı kastediyorum. Bir konu hakkında okuyorsak, onu birkaç cepheden okumaktan söz ediyorum. Hemen gerilmeyin. Bu zamanın dünya edebiyatını keyfimizce ve aylaklığın şanına yakışır dağınıklıkta okumamız da bu kapsama girer. Kendi zihninizde kurduğunuz ve kendinizi ikna ettiğiniz her bağlam kabulümüz. Yeter ki o bağlamı kendiniz kurmuş olun. Kitap listelerine karşıyım çünkü insanların kendi bağlamlarını kurma özgürlüğünü gasp ediyor. Bağlamlarımızın köleleştirilmesine izin vermemekle başlıyor her şey.
II. Bağlamlarınızı başkasının kontrolüne teslim ettikten sonra gerisi gelir: Okumanın dönüp dolaşıp sizi başkası gibi düşünen bir robota çevirmek gibi berbat bir sonucu var. Bağlamını sizin oluşturmadığınız okumalar sizin değildir ve sizi sizin arzu ettiğiniz yere götürmez. Başkalarının yolunda yürür, tercih etmediğiniz bir yolun dikenleriyle boğuşursunuz. Okur, okur, okur, soluksuzca okur ama yolun sonunda bir tekrardan başka birine dönüşmezsiniz. Başka birinin kötü bir tekrarı olursunuz. Okumak sınırlara hapsolmanız için değil, sınır ihlali yapmanız için var.
III. Sıkıcı. Bu kadar yani. Önü arkası belli bu listeler sıkıcı çünkü. Bir kitap okuyorsunuz, sonra bir kitap daha okumanız gerekiyor. Adam olmanız, davayı sahiplenmeniz, ulvi amaçlar için mücadele etmeniz için olmazsa olmaz bu listeleri giyinip kuşanıp şarjörleri dolu dolu tıpış tıpış uygun adım ilerleyerek o büyük günün kızıl şafağında ufka bakmanız için gerekli tüm hazırlıkları tamamlamanız gerekiyor ya hani. Uzun iş. Sıkılırsınız. Tekrara düşersiniz çünkü uygun adım ilerliyorsunuz. Monoton. Bir hareketlilik var ama kendi içinde. Dışarı çıkamazsınız. Heyecansız. Karşınıza aniden çıkacak ikinci bir ihtimal yok. Her şey çok düzenli, çok belirli, bir yerden sonra çok sıradan. Oysa kendi keşiflerimizin izinde ilerleyen okumalarda, bir kitabın girişinde yer alan yazar biyografisinde ismine rastlayıp alıp okuduğumuz bir roman, hayatımıza bir bıçak gibi girebilir. Sapına kadar. Sapında elimiz vardır, sıcak ve kendi keşfinin heyecanıyla terlemiş bir halde. İşte böyle şeyler içimizi titretir.
IV. Nihayet dördüncü madde. Meramımı burada taçlandırmalıyım çünkü böyle konularda biçimden yola çıkarak bilgiç çıkışlar yapanlar ilk sırayı kimseye yâr etmez: “Kitap listelerine karşı olmanı listeleyerek anlatmışsın, ne iş?” Evet. Syllabusların ve ileri okumaların hayatımızdaki mümtaz yerini reddediyor değilim. Cümleleri bir satır aşağı ine ine sıralayarak yazmanın nesi kötü olabilir? Evdeki ihtiyaçları sıraladığımız market listelerinin ne suçu olabilir? Bütün mesele, özgürlüğünüzü tırpanlayan şekilciliği ve görev tanımlarını önceden fark ederek reddetmekte. Yoksa, listeleme konusunda pek iyi sayılmasam bile listelerin alımlı pratikliğini inkâr edemem. Listeleme konusunda pek iyi sayılmadığımı söylemem bile gereksiz, dördüncü maddede kalan liste mi olur? En azından şöyle “Beş Maddede” diyeceksin ki, alıcısı çok olsun.”
Silivri’den önce son hutbem
Cuma namazlarına milyonlarca insan katılıyor. Haliyle hutbeyi dinleyen eğitimlisinden eğitimsizine bissürü adam var. Belki bir televizyon programı bu kadar reyting almıyordur. Her cumayı imamlar halka sunduğu bir program, değerlendirilmesi gerekilen fırsat gibi görmeli. Şimdi tüm Türkiye’de aynı hutbe okunuyor öyle uygun görülmüş ve kolaya kaçınılmış olabilir ama hangi bölgede neye ihtiyaç varsa imamlar tespit edip konuları seçip anlatsalar? Demek istediğim bölgelerin nabzına göre şerbet verilse daha güzel olmaz mı?
Sadece ufak bir öneriydi, annem başını belaya sokmayacak yazılar yaz Selinsu dedi, hem Silivri şimdi soğuktur da :)