Kırılgan olan bizi ele geçiriyor.
Küçük ve önemsiz bulduğumuz kimi şeylerin bizim için bir hücreye dönüştüğünü gördüğümüzde hissettiğimiz şeyin tarifi yok.
Zaman hepimizin üzerine atılan ve etkisini farklı biçimde gösteren bir bomba. Sis dağıldığında bazılarının artık aramızda olmadığını görüyoruz.
İki gün önce küçük çaplı bir üçüncü dünya savaşı fısıltısı yayıldı sosyal medyada. Moskova, AB merkezi ve Beyaz Saray’da bazı alarmların çaldığı varsayılırken yapılan yorumlarda öne çıkan şeyin dehşet verici olan kısmı neydi? Her şeyin olabileceğine dair kayıtsız, yer yer sarkastik ve ironik bakışlar, sözler, duruşlar…
Biraz çabalayınca her şeyi ikiye ayırabiliyor insan, üçe ayrılanları bile.
Mülteciler dünyanın her yerine yürüyen bir acı olarak dağılırken G 20 Devlet Başkanları Osaka’da bir araya geliyor. Sonra oradan dünyaya ne yayılıyor? Biraz daha boşluk.
O her yere, her şeye sirayet eden sıcakların içinden geçiyoruz.
Turgut Uyar’ın kimi şiirlerini rüzgârla havalanan beyaz örtülerin olduğu bir odada okumak için aşırı uygun günler de diyebiliriz bu günlere.
İsteyen Bekir Sıtkı Sezgin’den bir şarkı da uçurabilir gecenin içine.
Elbette kişisel ve elbette incelmiş zevklere pek rastlanmıyor mu dediniz?
Yaygın ve ucuz olanın egemenliği, radikal ve yıkıcı olanı, değerli ve sarsıcı olanı siliyor mu? Evet, bir çaba gerekiyor biraz derinlere dalmak için hemen her alanda.
Bir resmin, bir müziğin içine girmek için olduğu kadar bir insanı anlama çabası için de vermek gerekiyor; o avucumuzdan zaten akıp giden zamanı.
Gramofonda ne çalıyor Hafız Burhan Bey?
Bize kim söyleyebilir esâtir-i evveli? Kim haber verebilir eski zamanlardan, küçük ve iyi bir köftecideki piyaz ve köfteden başını kaldırıp dijital cavcuvlara gömülmüş başları kim hafifçe sarsabilir? Kimse, zamandan başka hiç kimse.
Gelmiş giderken durup kalmak mümkün mü? Değil işte.
Siyaset de bir şey yapamıyor geçip giden zamanlar için, adalet sistemi de.
Dünyanın her yerindeki kopan takvim yaprakları cem olsa da bir şey dese. Yok, demiyor.
Bu büyük suskunluk içinde bu büyük gürültü ile, devam işte, oyalanmaya devam.
3. Dünya Savaşında yeni bir durum yok. Cephelerde siperler, siperlerde uykular, uykular rüyalar…Hiç bilemiyorum.
Elazığ’da bir çocuğun sevinci
Elazığ’da Kadir isimli (7) bir çocuk babasını kaybediyor. Evi ziyaret eden İHH ekibine “Keşke babam olsaydı da sünnet düğünümü yapsaydı. Beni de arabayı süsleyerek tur attırsaydı” diyor.
Sonra ne oluyor? Sonra İHH bir sürpriz yapıyor ve Kadir’in istediği şeyi yapıyor. Ne güzel bir şey bu. Teşekkürler İHH.
Kalk Güneş ben oturayım
Çoğu zaman saate ve güneşe bakmadan çıkıyoruz dışarıya. Sabahın ilk saatlerinde güneş doğuda yer alır. Öğlen saatlerine doğru haddi aşıp güneş tepemize çıkar akşama doğru ise doğuyu beklemek için batıya gider. Zevzeklik yapma bunları biliyoruz Selinsu! Peki o zaman neden toplu taşımaya binince nereye otursam da güneş beni rahatsız etmese deyip kapıdan girişte ecel terleri döküyor(sun)uz. Güneşin nereye geçeceğini hesaplayamadığım zamanlar camı yumruklayasım geliyor. Malum kadife yumruklar falanlar. Otururken gölge olan yere 5 dk sonra güneş alev topu nasıl da yolluyor. Sanırım problem araçların güneşten hızlı gitmesinde.
Biraz yavaşlayalım kaptan sağda sıcaktan bunalacak var!
Düzelti
Geçenlerde yayınladığımız Yüce Diriliş Partisi Genel Başkanı Üstad Sezai Karakoç’un seçim bildirisinin başlığı sehven “Çeşmeler Akıyor Gözyaşısız” şeklinde çıkmıştır. Doğrusu Çeşmeler Ağlıyor Gözyaşısız” şeklinde olacaktır. Düzeltir ve İstanbul’umuza esenlikler dileriz.