Ben kendimi bildim bileli şu iki cümleyi çok duymuşumdur: ‘üst akıl’ ve ‘birileri düğmeye bastı’... Her kim bu üst aklın ne olduğunu araştırmaya kalksa ve/veya ona gidecek yol haritasını göstermeye çalışsa, başına gelmeyen kalmadı. Ya suikaste uğrayarak ya da bir bombalı araç saldırısı sonrasında aramızdan ayrıldılar. Bir kısmını da işbirlikçileri üzerinden ya tasviye ettiler ya da gözden düşürecek komplolarla susturdular. Sizce bu üst akıl çok mu zeki yoksa savaşın ilk kuralı olan ‘rakibini iyi tanı’ prensibini çok mu iyi uyguluyorlar. Sanırım ikinci söylem daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Hadi bu üst akıl tarafından nasıl tanımladığımızı onların tarafından bakarak anlamaya çalışalım.
***
Birinci özelliğimiz herkesi kendimiz gibi zannetmemiz. Karşıdaki kişinin kötü niyetli olacağını son olarak aklımıza getirmemiz. Bizim gibi hareket eden ve davranan herkesi sorgusuz ve sualsiz içimize almamız.
İkinci özelliğimiz, kendi içimizden çıkanlar yerine dışarıdan gelenlere çok daha fazla değer ve önem vermemiz. Söylemlerimizde çok fazla dile getirsek de milli ve yerli olmayı gerçek hayatta uygulamaya geçirmekte zorlanmamız. Başkalarına karşı hata yaptıklarında töleranslı olmamıza rağmen kendi öz evlatlarımızı acımasızca eleştirmemiz. Yükselirken omuz vermek yerine ayaklarından aşağıya çekmemiz.
Üçüncü ve beni çok rahatsız eden bir özelliğimiz daha var. Başka ülkelerin diaspora kavramı ülkelerinin çıkarlarına hizmet vermek için kurulmuş iken, yurt dışında teşkilatlanan diasporalar sanki Türkiye’ye muhalefet etmek için bulundukları ülkeler tarafından teşkilatlandırılıyorlar. Türkiye’ye sadık kalmaya çalışanlar ise yok muamelesine tabi tutuluyor. Türkiye’den bizler bile bu sesi kısılan grupları çoğu zaman duymuyoruz. Bir süre sonra yurt dışında kabul görme şartının ülkemize muhalefet etmekten geçtiği algısına teslim oluyoruz. İster akademik olsun ister sanatsal, yurt dışında değerli olabilmek neredeyse bu algı üzerinden iş görmeye başlıyor.
Dördüncü özelliğimiz çabuk sinirlenerek, kontrolsüz hareketler yapmamız. Fazla bağıranın ve suçlayanın doğru söylediğine inanmamız.
Beşinci özelliğimizin ise yalnızca bize özgü olduğunu düşünüyorum. Suçlamayı yapan yerine suçlamaya uğrayanın kendini aklamaya çalışması. Masumiyetin başta kaybedilmesi...
Altıncı özelliğimiz, ‘ateş olmayan yerden duman çıkmaz’ diye genel bir inanışa sahip olmamız. Peşinen suçlu ilan eden bu bakış açısının bütün komploların önünü açmasına fırsat vermemiz.
Yedinci özelliğimiz, meyve veren ağacın taşlanmasının normal olarak kabul edilmesi. Meyve veren ağacın etrafına çit çekmek yerine ağacın meyve veren dallarının kırılmasını seyretmemiz. Böylece meyve vermeyen ağaçların daha uzun ömürlü olmasına yol açıyor olmamız.
***
İsterseniz benim açtığım bu yoldan sizler de gidin ve örnekleri çoğaltın. Bu çalışmanın sonunda sanırım sizler de benim ulaştığım sonuca ulaşabileceksiniz.
Toplum olarak kendimizi bu kadar çok manipülasyona açık hale getirdiğimizde sizce gerçek suçlu kim oluyor? O düğmeye basan üst akıl mı, yoksa o düğmeye her gün istemeden ve fark etmeden de olsa basan bizler de biraz suçlu olabilir miyiz? Bu sorunun cevabını sizlere bırakıyorum.
Milli ve yerli bir sanayiye ulaşmak istiyorsak önce milli ve yerli insanlara sahip çıkmalıyız. Bunu yapabilmek için de hayata dair bakış açılarımızda radikal değişimler yapmak zorundayız.
Üst akıl kadar oyun kurmayı bilmeli ve onun kadar rakiplerimizi iyi tanımalıyız. Global dünyada artık herkes herkesin rakibidir. Müttefiklik diye oluşturulan kavram, sadece çıkar amaçlı bir deyimdir. Eğer bu kadar kolay kaybetmeye hazır bir vaziyette olursak bizimle beraber kazanmaya çalışan bir müttefik de bulamayız. Kazananların ve milli olanların bol müttefiki olduğunu unutmayalım.