Bu hikayeyi ilk kez beraber program yaptığımız sevgili arkadaşım Kemal Öztürk’ten dinlemiştim. Bir konuyu konuşurken İstanbul Fatih’te bulunan bir camiden ve onun yapılış hikayesinden bahsetmişti.
Söze de caminin çok ilginç olan ismini söyleyerek başlamıştı. “Biliyor musunuz caminin ismi Sanki Yedim. “
Açıkcası ilk kez duyduğum bu isim karşısında önce duraksayıp, sonra “Sanırım benle dalga geçiyorsun” demiştim. İşin aslını dinleyince, şaşkınlığım yerini bir hayranlığa bırakmıştı.
Ben de kısaca bu hikayeyi anlatmak istiyorum sizlere.
XVII. asırda yapılan bu camiyi Keçeci Hayrettin Efendi veya Adanalı Şakir Efendinin yaptırdığı rivayet ediliyor. Bu kişi uzun süre büyük bir istek ve arzu ile bir cami yaptırmak istiyor. Ancak bunu yaptıracak kadar parası yok. Bir gün aklına bir fikir geliyor. Canı bir şey çektiğinde önce nefsini bastırıyor ve “sanki yedim say” diyerek harcayacağı o parayı kenara koyuyor . Tam yirmi yıl boyunca bu şekilde para biriktiriyor.
Yirmi yılın sonunda kendisine tahsis edilen araziye mütevazi camiyi inşa ediyor.
Sanki yedim say diyerek yirmi yıl boyunca sürdürülen bir nefis mücadelesi ve sonunda yapmak istediğine kavuşan bir gönül yoldaşı.
Kemal bey bana bu hikayeyi anlattığından beri, ben de çevremdeki olaylara ve onların kahramanlarına başka bir gözle bakmaya başladım. Acaba sanki yedim say diyerek nefsi mücadelesini başaran kaç kişi vardır etrafımızda?
Ben bunlardan birkaçı ile Karabük ziyaretim sırasında karşılaştım. Afrin şehidimiz Ömer Bilal Akpınar’ın vasiyetinde maaşının yüzde onunu Zehra teyzeye verin demişti ya, işte ondan bahsetiyorum.
Şehidimizin evini ziyaret ettiğimde o da evde idi. Onunla bir süre sohbet etme imkanım oldu . Sonra da yardım dağıttıkları o mütevazi merkeze uğradım.
O sırada Kemal beyin bana anlatmış olduğu hikaye aklıma geldi . İşte bir tane daha, “yedim say” diyerek yaşayan birisi dedim.
Zehra teyze ilk yardım faaliyetine nasıl başladığını anlattığında ‘işte budur’ dedim.
1980 li yıllarda Zehra henüz 11 yaşında ve İstanbul Eyüp‘te yaşıyor.
SSCB Afganistan’ı işgal etmiş ve Afganlar evlerinden uzaklaşarak çok zor şartlarda yaşamaya başlamış. Televizyonda onların çok zor şartlarda yaşadığını gösteren bir belgesel seyretmiş. Onu seyredip Afganlı çocukların dramını görünce “bBir daha 10 yıl boyunca çok sevdiğim dondurmayı bile yiyemedim” dedi . İlk kez yardım toplama ve dağıtmaya da o zaman başlamış. Eşinin işi dolayısıyla nereye gitse orada bir yardım faaliyeti içinde yer almışlar . Sonunda Karabük’e gelmişler ve yirmi yıldan beri de orada yaşıyorlar.
Ne çok şeyi başardıklarını çevreden duyduğumda. açıkcası şakınlık içinde kaldım. “Evet” dedim “al sana bir tane daha sanki yemiş say” diyerek yaşayan birisi. O başka bir aç doyduğunda doyanlardan, başka birisi giyindiğinde giyinmiş sayanlardan.
Bana onun soyadını sormayın ben de ona sormadım. Çünkü Karabük’te Zehra teyze kim deseniz sizi ona götürürler.
Camiyi yaptıran Keçeci Hayrettin Efendi veya Adanalı Şakir Efendi gibi birisi o. Dünyada bilinmek istemeyen ahirette huzur arayanlardan birisi.
Osmanlı’yı Osmanlı yapan bu gönül efendileriydi. Onlar Balkanlar’ı bu hayır ve hasenat ile ve dini hoşgörü ile aldılar.
Onlar sanırım hala içimizde yaşamaya devam ediyorlar.
Sanki yedim saylar, sanki yaşadım saylar, sanki eğlendim saylar gibi gönül erleri bizlere ne olmamız gerektiğini hatırlatıyorlar. Şehidim bize bir gönül ehlini tanıştırmaya vesile oldun. Allah senden razı olsun.