Coğrafyamızdaki sorunların ana kaynağı ne bugüne ne de Osmanlı dönemine ait. Neredeyse yazılı tarihle bilebildiğimiz kadar eskilere gidiyor. Çünkü Ortadoğu, ister dinler tarihi dolayısı ile olsun, isterse jeopolitik öneminden dolayı, hep elde tutulmak istenmiştir.
Bölgede yaşayan halklar da hep kadimdir.
Sorun da, halklar da eski olunca, maalesef yaşananlar bir türlü unutulmuyor. Maalesef sorunlar da kaotik bir girdap şeklinde tekrar ediyor.
Kudüs de önemi gereği bu süreçlerde hep baş rolde yer alıyor.
Ama bu tekrarların nasıl olduğunu anlayamazsak süreci sonlandırma şansımız da olmuyor. Hadi gelin bu tarihi tekrarları bir kez daha hatırlayalım.
Çoğunlukla siyonizm Kudüs’le ilgili bir adım atmadan önce hep aynı rotayı izlemeyi tercih etmiştir. Bu rotanın içinde neler mi var: Yemen savaşı, darbeler ile iktidarların değişimi, iki islam ülkesi arasında savaş çıkartarak hedef saptırma, suikastler düzenleyerek kaotik yapı oluşturma ve diplomatik manevra alanı oluşturmak için bir süper güçle işbirliği.
Siyonizm, dönemin süper gücünün önüne her zaman başka bir plan ile çıkmıştır. Aynı zamanda, onunla ortak hareket edeceği ve manevra alanı açacağını ifade etmiştir. Bu konuda ilk zokayı da dönemin ilgiliz siyasetçileri İngiliz halkına yutturmuşlardır.
İngilizler aynı bugünkü süreçlere benzer bir taktiği Ortadoğu’da izlemişlerdir. Osmanlı’yı bölgeden çıkarmak için Arap işbirlikçilerini kullanmış, bir yandan da Arapları dengeleyecek başka bir gücün varlığı için de çalışmışlardır.
Arapların tepkisini çekmemek için bölgeye topluca göçü engellermiş gibi davranmışlar ancak bir taraftan en büyük göçlerin önünü açmışlardır. İlk büyük ihaneti de bölgede ingilizler yaşamışlardır.
Siyonistler bölgede ciddi bir güç olduklarında ilk olarak İngiliz hedeflerine saldırmışlardır. 1948 Arap-İsrail savaşında beş İngiliz uçağını düşürmüşlerdir.
İkinci büyük satıştan nasibini alan ülke de SSCB olmuştur. Nitekim SSCB , 1948 yılında İsrail’e direk silah yardımı yapan en önemli ülkedir.
Dönemin Devlet Başkanı Stalin olaya ideolojik olarak bakıyordu. Stalin birinci dünya savaşı sonunda Filistin’e göç eden Yahudilerin işçi sınıfından olduğunu düşünüyor ve bölgede komünist bir devlet kurulacağına inanıyordu. Bölgede ilk kurulan tarım cemiyeti (Moşav) ve komün (Kibuts)’un komünist yapıdan esinlendiğini düşünerek de doğru yolda olduğunu inanıyordu. Ama iş öyle bir noktaya gitmişti ki sonunda Stalin’e suikast girişimi içinde bu siyonist yapı yer alacak ve SSCB bölgeden kısa sürede çıkartılacaktı.
Gördüğünüz gibi siyonistler hep dönemin süper gücünü koçbaşı olarak kullanmışlardır. Sırasıyla ingilizler , Ruslar ve şimdi de ABD.
İkinci önemli manevra alanı hep Yemen olmuştur. İslam ülkeleri bu coğrafyada güçlerini tüketmişlerdir. Yemen Osmanlı için de, Mısır için de, İran için de enerjinin tüketildiği yerdir. Bu savaşlar sonunda İsrail kendisine manevra alanı açmıştır.
Üçüncü tekrar ise bölgede İsrail ile işbirliği yapan Arap liderlerin sonunun geliş şeklidir. İsrail, Arap liderlerin bölge hakimiyeti için uğraşmalarından feyz almış ve onları teşvik etmiştir. Bir çok liderin iktidara gelişinde bu siyonist tezgahın oyunu olmuştur. Ancak bu şekilde siyonist tezgahın oyununa gelenler, işi bitince aynı güç odağı tarafından diskalifiye edilmişlerdir. Çünkü siyonizm, yaşam alanında asla bir başka güç oluşmasına fırsat vermez.
Dördüncü tekrar bölgede yaşanan darbeler silsilesidir. Halkın iradesini bastıracak askeri yönetimler teşvik edilerek iktidara getirilmişlerdir. Amaç her zaman sokağın sesinin bastırılması olmuştur. Bu konuyu en güzel özetleyen sözlerden biri Yevgeni Primakov’ a aittir. “Arap aleminde çok fazla bulundum ve biliyorum ki sokak 1967’de işgal edilen toprakların kurtuluşunu reddeden her hükümeti ezer. “
O reddiyeyi engelleyen ise darbeler olmuştu. En son Arap Baharı denen süreci ve Mısır’daki darbe girişimini bu anlamda okumanızı dilerim. Hatta buna 15 Temmuz darbe girişimini bile ekleyebilirsiniz. Çünkü Türkiye islam coğrafyasının sesi olmuş ve bu ses darbe ile kesilmeye çalışılmıştır.
Yine tekrar eden bir süreç de Arap coğrafyasında islam ülkeleri arasında çatışma çıkartmaktı. Lübnan krizi, Suriye ve Irak gerilimi, Irak-İran savaşı, Körfez savaşı, Suriye iç savaşı ve 2003 Irak’ın işgalini bu bağlamda okumak gerekir. Buna bir de DAEŞ diye yaratılan Truva atını ekleyebilirsiniz.
Şu bir gerçektir ki İsrail’in kuruluş gününden bu güne kadar sergilenen plan hep aynıdır. Asıl gücünü de karşı tarafın güçsüzlüğünden almaktadır. Ayrıca yarattığı yenilmezlik ütopyasından da beslenmektedir. Çünkü hiçbir Arap-İsrail savaşında karşısında gerçek anlamda bir rakip olmamıştır.
Önümüzdeki dönemde bölgede ilk satılacak ülke ABD olacaktır. Bir önceki Başkan Obama bu tehlikeyi fark etmiş ve “ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarına en büyük zararı İsrail vermektedir” demiştir .
Kudüs’ü anlamak için yakın tarihe bakmak gerekir. Çünkü islam coğrafyası bu tuzakları maalesef doğru okuyamamaktadır. Doğru okuyanlara da onlarca tuzak kurularak iktidardan indirilmelerine çalışılmaktadır.
Mursi iktidarda olsaydı, Kaddafi yerine güçlü bir halk lideri iktidara gelseydi, İran, Yemen ve Suriye iç savaşında sorun çözücü tarafta yer alsaydı, Suriye iç savaşa girmeden sorunlarını barışçıl olarak çözseydi, DAEŞ tuzağına düşülmeseydi, Irak mezhepçilik ve etnik siyaset yapmasaydı bugün ABD Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan edebilir miydi? Doğu Kudüs bugün işgal altında olabilir miydi?
Suç tuzak kuranda mı yoksa her seferinde aynı tuzağa düşenlerde mi?
Kudüs’ü anlamak için önce Ortadoğu’nun tekrar eden gerçek hikayelerini okumak gerekir.