Gündemde bir çok önemli konunun üst üste binmesinden dolayı, sizler de zaman zaman benim gibi ağırlaştığınız dönemler geçiriyorsunuzdur. Düşünsenize bir taraftan S400 krizi, bir taraftan PYD’ye verilen silahlar, diğer taraftan FETÖ mensuplarının iade edilmemesi, bir de İran ambargosu nedeniyle başlayan süreçleri aynı dönemde yaşıyoruz.
İnsanın bazen ‘alayına yeter be!’ diye haykırası geliyor. Aslında bazen itiraf edeyim haykırdığım da oluyor. Size de tavsiye ediyorum, çok iyi geliyor.
Dünyada bu sorunları yalnızca biz yaşamıyoruz elbette. Hatta geçmişte bundan daha hunharca yaşanan örnekleri bile var.
Çin ile İngiltere arasında 1840 yılında Afyon Savaşı diye bir savaş olduğunu söylesem ne dersiniz? İngiliz şirketleri Hindistan’da ürettikleri afyonu Çin’e satmakta, karşılığında para ödemeden çay almaktadırlar. Normalde çayın gümüş haricinde satılması yasaktır. Ama onlar rüşvet ve afyon belası ile bunu aşarlar. Dönemin Çin imparatoru halkının üçte birinin uyuşturucu bağımlısı olduğunu fark edince bu satışı yasaklar ve savaş başlar.
***
Aynı şeyler pasifikteki diğer bir imparatorluğun da başına gelmiştir. 1603-1867 yılları arasındaki feodal Tokugawa yönetimi Japon Adaları’nı tamamen batıya ve dünyaya kapama girişiminde bulunmuştu. Bu girişime 1853’te ABD’nin tepkisi , Komutan Matthew, C. Perry komutasında Kurihama Körfezi’ne yolladığı güçlü deniz filosu olmuştur. Bu abluka ile ABD, hem Japonya’nın limanlarını açması, hem ilk Amerikan Başkonsolosu Townsend Harris’in Japonya’da yerleşmesi, hem de 1858’den itibaren Çin ile imzalananlara benzeyen ve eşitlik ilkesini gözetmeyen kapitülâsyon anlaşmaları ile bir çok menfaat edinmiştir .
Peki bu olaylar sizce onlara neyi hatırlatmıştır?
Batı teknolojisinin üstünlüğü anlaşılmış ve ona ulaşmak için kendi modellerini yaratmaya odaklanmışlardır. Ve ilk düzelttikleri şey eğitim sistemi olmuştur. Japonya’da ve Çin’de modernleşmenin kilit faktörü ‘temel eğitim sistemi’ olmuştur. İkinci konu da milli çıkarları ön plânda tutan ‘milliyetçilik’tir. İşte buradan kendi hikayelerini yazmaya başlamışlardır.
‘Keizai’ kelimesi Japonca ‘ekonomi’ demektir. ‘İnsanların acılarını hafifletme bilimi’ anlamına gelmektedir. Japonlar da acılı dönemlerden dünyanın en büyük hikayesini yaratarak çıkmışlardır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında açlıkla terbiye edildikleri dönemden dünyanın kredi veren en önemli ülkesi olmuşlardır. Modelleri üretim, tasarruf ve eğitimdi.
***
Onların hikayelerini yazmalarında kimse ellerinden tutmadı, hatta ellerini tutarak yazmalarını engellemeye çalıştılar. Ama onlar kulaklarını tıkadılar birlik oldular ve çok çalıştılar. Ürettiler ve ürettiklerini kendi ülkelerinde kullandılar. Bugün itibari ile Japonya’nın üretim modeline bakmanızı tavsiye ederim. Bilinenin aksine Japonya tam anlamıyla açık bir ekonomi değildir. Ama bu veri tam anlamıyla herşeyi açıklamamaktadır. İnsanlar tercihlerini kendi ürettiklerinden yana kullanmaktadırlar. Bu ise ülkeyi yukarı götüren en önemli dinamiktir.
Her ülke kendi hikayesini kendi yazar buna uygun olarak da bir sözcük belirler. Türkiye milliyetçilik kavramını doğru tanımladığında sanırım kendi hikayesini de daha başarılı yazacaktır. Milliyetçilik bir ırki tercihi olarak algılatılmaktan çıkıp doğru yere oturtulmalıdır.
Atatürk’ün şu veciz sözü ile bu konuyu da kapatayım:
“Bir milletin başarısı, mutlaka bütün millî güçlerin bir istikamette oluşması ile mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesinden, ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, aynı esasa dayanalım ve aynı şekilde yürüyelim.”
Hadi bundan sonra başarı hikayelerini konuşmaya başlayalım. İlki de bu sene onlarca olumsuzluğa rağmen büyüme rakamımız olsun .