Yapılan araştırmalar savaşla barış arasındaki ince çizgide yürümek zorunda olan devletlerin zor kararları daha zor ve genellikle de daha yanlış verdiğini gösterir. Krizler karar verme konumunda olanların zaten algısal tutarlılık, grup düşüncesi gibi süreçlerden mağdur olan yeteneklerini iyice köreltir, kamuoyu baskısı ya da başka nedenlerle kararlar daha irrasyonel hale gelir. Krizleri yönetmek, caydırıcılıkla tehdit arasındaki farkı idrak etmek giderek daha da zorlaşır.
Mesela Irving Janis, artık klasikleşmiş, alanın hemen tüm ders kitaplarına girmiş 1972 tarihli çalışmasında bunları anlatır. Bizleri zor zamanlar için uyarır, grup düşüncesinin, yani grupta var olan mutabakat duygusunun, doğru ve yanlış davranış biçiminin ne olduğuna ilişkin algının kriz anlarında daha az sorgulandığını, krizlerin alternatif çıkış yolları aramayı imkansız hale getirdiğini yazar. Domuzlar Körfezi çıkartmasından, Vietnam ve Kore savaşlarından ve başka zor zamanlardan örnekler verir.
***
Onun tek bir devlet için söyledikleri aslında kendini tehdit altında hisseden devletler koalisyonları için de geçerlidir. Grup düşüncesi onları da rehin alır. Yapılmak istenenler kriz anlarında sorgulanmaz, genellikle bir ya da birkaç devletin çıkarına hizmet eden baskın anlatı akılların ve çıkarların feda edilmesine yol açar.
Bazen krizler savaşlara dönüşür, bazen savaşlar gereksiz yere uzar. Bazen de grubun bütünlüğü adına devletlerden karşılıksız fedakarlık yapmaları beklenir. Yeni adıyla kamu diplomasisi, eski adıyla propaganda rasyonalitenin sınırlarını belirler.
Grup düşüncesini kırmak için de, çıkarların korunmasını sağlamak için de “aklı” etkiden, insan kıyımını içeren savaşı “etikten” ayırmak gerekir. Aklın etkiden ayrılması başkalarının ne istediğiyle sizin ne beklediğiniz arasındaki çizginin çizilmesiyle mümkün olur.
Bu da öyle söylendiği kadar kolay değildir. Çünkü hiçbir devletin tek bir beklentisi, korunacak ve dengelenecek tek bir çıkarı olmaz. Mesela bir yandan savaş bitsin istersiniz, diğer yandan da üyesi bulunduğunuz ittifakın caydırıcılığı zarar görmesin.
Savaşı insani boyutundan ayırmak ise daha zordur. Ayrıca karşınızdakiler de boş durmaz, sizin prensip olarak karşı olmadığınız bir şeyi, diyelim ki İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini, sanki prensipte karşıymışsınız, sanki siz onların üyeliğini kategorik olarak istemiyormuşsunuz gibi sunarlar. Rusya’ya yakın duruyormuşsunuz, onun çıkarlarına hizmet ediyormuşsunuz gibi algı oluştururlar.
Zaman zaman da siz yaptığınız açıklamalarla hedef şaşırtır, istediğinizin tam olarak ne olduğunun anlaşılmasını zorlaştırırsınız. Ki bu da muhtemelen kendi içimizdeki algısal bütünlükle, grup düşüncesinin içsel hakimiyetiyle, sorunun gerçek boyutlarının ve içerdiği pazarlığın boyutlarının karar verme süreçlerinde açık yüreklilikle konuşulamamasıyla ilgilidir.
Pazarlık Amerika ile yapılacakken İsveç’e indirgenir, İsveç’in isteklerinizi karşılaması halinde üyelik kapısını aralayabileceğimiz beklentisi yaratılır. Oysa gerçekte pazarlık edilmesi gereken Amerika’dır. Türkiye’ye en çok yaptırım Amerika tarafından uygulanmakta, ikili ilişkilerin doğası müttefiklik ruhuna uymamaktadır.
Bunda Amerika kadar olmasa da Türkiye’nin de payı şüphesiz ki bulunmaktadır. Türkiye’nin de pazarlığa açık ve insan hakları sorunları yüzünden oluşan imajını değiştirmeye hazırlıklı olması gerekir.
***
Ancak düğümü çözecek, yaptırımları kaldırıp, özüne inerseniz talebi Donbas’taki ayrılıkçılardan pek de farklı olmayan Türkiye karşıtı bir örgüte verdiği desteği kesecek olan Amerika’dır. NATO’nun İsveç ve Finlandiya’yı kapsayacak şekilde genişlemesinden de zaten en çok Amerika karlı çıkacak, Avrupa üstündeki etkisini arttıracak, hiçbir şeyi için değilse bile nükleer şemsiyesi için bu iki ülkenin uzunca bir süre kendisine stratejik açıdan bağımlı kılacaktır.
Yine de önemli olan büyük anlatıya ve onun taşıyıcısı olan stratejik çıkara teslim olmamak, yanlış yerden dahi başlansa pazarlık etmek, savaşların ve krizlerin yarattığı durumları elden geldiğince iyi değerlendirmektir. Pazarlığına İsveç üstünden başlayan Türkiye, umarım beklentilerini bugün New York’ta muhatabı Blinken’le görüşecek Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu aracılığıyla bir üst düzeye, sorunlarının yoğunlaştığı Amerika’ya taşır, taleplerini bir kez daha ama bu kez elinde güçlü bir koz olduğunu hissettirerek dillendirir…