Zamanın ruhuna uygun bir öjenik denemesi

Mensur Akgün

Öjenik, daha doğrusu “Eugenics” eski Yunancadan 1883’de İngiliz bilim insanı Francis Galton tarafından aktarılarak üretilmiş bir kavram. Galton’un yakın akrabası Charles Darvin’in türlerin evrimi teorisine dayanıyor. İçinde biraz Maltusçuluk, bol miktarda da ırkçılık var. Kelime olarak kabaca “iyi doğum” anlamına geliyor, insanların “evrimini” sağlamak için müdahaleyi öneriyor.

Öjenik 20’inci yüzyılın ilk yarısında popüler olmuş bir anlayış. İngiltere’de, Fransa’da, İsveç’te, Kanada’da, Amerika’da ama en çok da Almanya’da taraftar bulmuş. İnsan ırkının “ıslahı” için sivil toplum örgütleri kurulmuş, fiziki antropoloji neredeyse bu amaç için seferber olmuş, zamanın önemli bilim insanları en saf, yani en üstün ırkı yaratmanın peşinde koşmuş. Bu akımdan biz de etkilenmişiz ama sonuçlarını ifrata vardırmamışız.

***

Oysa Belçika’da, Brezilya’da, Kanada’da, Japonya’da ve İsveç’te özürlülerin üremesinin engellenmesi amacıyla zorunlu kısırlaştırma yasaları çıkartılmış. Amerika’da da bu tür “tedbirler” daha ziyade siyah ırktan gelenlere karşı uygulanmış. Göçmen kotaları konmuş, beyaz ırkın “varlığı” korunmaya çalışılmış. Ancak Amerika’nın bu konuya asıl katkısı yetiştirdiği önemli düşün insanlarından biri olan Madison Grant vasıtasıyla olmuş.

1865-1837 yılları arasında yaşayan Grant hukukçu, yazar ve zoolog olarak biliniyor. Theodor Roosevelt, Herbert Hoover gibi ABD başkalarıyla yakın arkadaş olduğu da söyleniyor. Doğal hayatın korunmasına katkıları da az sayılmaz. Tarihe geçmesini ise 1916 yılında New York’ta yayınlattığı “The Passing of the Great Race” (Büyük Irkın Geçişi) başlıklı kitabına borçlu.

İlk yayınlandığında çok ilgi çekmeyen kitap zamanla yeni baskılar yapmış, etkili bir okuyucu kitlesine ulaşmış, ırk ayrımı teorilerinin daha çeşitlenmesine, “Kuzey Irkı” diye tanımladığı grubun Amerika’daki hakimiyetinin korunması için göçmen kotaları konmasına, hepsinden daha önemlisi de Almanya’da Nazilerin “üstün ırk” anlayışının gelişimine ve tabii ki soykırıma katkıda bulunmuş.

Nazilerin Grant’ın kitabına ne kadar ihtiyaç duyduğu tartışmalı olmakla birlikte Hitler’in “Bu kitap benim İncilimdir” dediği çeşitli kaynaklarda rivayet edilir. Zaten Kavgam kitabında da Hitler öjeniğin öneminden bahseder. İktidarı ele geçirince de hemen uygulamasını başlatır. Toplumun üstüne yük olduğu düşünülen özürlüler, iyileşmesi zor hastalar zorunlu ötenaziye tabii tutulur.

Ardında da toplama kampları ve soykırım gelir. Altı milyona yakın Yahudi toplama kamplarında, çoğu gaz odaları marifetiyle öldürülür. Bu insanlık onurunu ayaklar altına alan, Hannah Arend’in 1960’larda kötülüğün sıradanlaşması olarak tanımladığı yaygın vahşetin idraki öjenik çalışmaları üstünde de etkisini gösterir. Irkçılık ve insan ıslahı araştırmaları bitmez ama öjenik lanetli bir kavram haline dönüşür.

Artık özürlülerin kısırlaştırılması, alt ırktan gelenlerin öldürülmesi, hatta düşüncesinin ifade edilmesi bile mümkün değil. 1948 Soykırım Sözleşmesi etkisi zayıf da olsa müeyyide içeriyor. Ulusal yasalar da öyle. Kaldı ki dünya da bu anlamda çok değişti. Kimse eski Ispartalıların ya da Romalıların zayıf doğan erkek çocuklarını öldürmeleri geleneğini özenerek, örnek göstererek anlatmıyor.

Öjeniğin felsefi kökenlerinin arandığı Plato’nun (Eflatun) özel yetiştirilmiş erdemli insanlarının yönettiği ideal devleti de demokrasi idealiyle unutuldu. Montesquieu’nün güçler ayrılığı ilkesi bilge kral anlayışını sarstı. Öjenik çalışmaları günümüzde gen teknolojisine indirgendi. Amaç yine “mükemmel insan” ama bunu daha ziyade hastalıklardan arınmış insanlar olarak okumak mümkün. Belki biraz da moda endüstrisinin yarattığı fetişizme bağlanabilir.

Fakat tehlike hala geçmedi. Dünyanın pek çok yerinde, en çok da Avrupa’nın ortasında Madison Grant’ın hayaleti dolaşıyor. Mülteci sorunuyla beslenen, IŞİD terörüyle meşrulaştırılmaya çalışılan, kökeni etnik milliyetçiliğe, bazılarına göre modernleşme projesine ve ulus devlet mantığına dayanan ırkçılık, ayrımcılık şimdi kendini mesela Macaristan’da hissettiriyor. Bu kez istenen daha çok çocuk yapılması gibi masum bir talep olsa da itici gücünü Macar ırkının üstünlüğü anlayışından alıyor.

Perşembe günkü Guardian gazetesinin yazdığına göre Budapeşte’de düzenlenen demografi toplantısında konuşan Macaristan Başbakanı Victor Urban ya çoğalırız ya da yok oluruz, yerimizi bazı Avrupalıların istediği gibi başkaları alır diyor. Eski Avusturalya Başbakanı Tony Abbott da Urban’ı doğruları söylemeye cesaret ettiği için tebrik ediyor, aşırı sağın görüşlerini teyit ediyor, zamanın ruhuna uygun bir öjenik anlayışını destekliyor.

***

Abbott ve Urban ne yazık ki yalnız değiller. Çek Cumhuriyeti Başbakanı Andrej Babiş ve Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuciç de söz konusu toplantıya katılanlar arasında. Asıl tehlikeli olansa bu sıradan gibi görünen toplantının ve orada ifadesini bulan anlayışın giderek daha fazla takipçi kazanmasında, üstün ırk anlayışının farklı biçimlerde ve farklı yerlerde boy göstermeye başlamasında, Donald Trump’ın siyasetinde ve dünyaya bakışında ifadesini bulmasında, kötülüğün yeniden sıradanlaşma eğilimi göstermesinde.

Eskiden olsaydı bu soruna Türkiye’nin çare olabileceğini söylerdim, Türkiye’nin yarattığı emsalin önemini vurgulardım. Medeniyetler İttifak’ından bahsederdim. Ama ne yazık ki o günler geride kalmışa benzer. Türkiye’nin böylesi sorunlara çözüm üretmesi için önce kendi sorunlarını çözmesi, olanlarına her gün yeni sorunlar eklememesi, en azından hukukun üstünlüğünü hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde hakim kılması gerekiyor…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.