Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin dış politikasının son 14 yılına damgasını vurdu. Ne bütün sorunlardan, ne de bütün başarılardan o sorumluydu ama genel gidişatını büyük ölçüde o yönlendirdi. İçeriden ve dışarıdan bakanlar Türkiye’nin dünya siyasetindeki yerini Davutoğlu’nun kurguladığı paradigmalar çerçevesinde gördüler, onun kavramlarıyla eleştirdiler.
Şimdi doğal olarak herkes Türkiye’nin yeni yöneliminin ne olacağını, nasıl bir dünya vizyonu benimseyeceğini merak ediyor. Bazıları Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından ve serzenişlerinden yola çıkarak Türkiye’yi konumlandırmaya çalışıyor. Bazılarıysa rasyonalist açıklamalarla eski politikanın farklı bir üslupla da olsa devam edeceğini söylüyor. Çünkü rasyonalistler şartların siyaseti belirleyeceğine inanıyor.
***
Ben de belirlemesi gerektiğini düşünüyorum. Ama belirlenmeme, şartların doğru okunmama ihtimalini de göz ardı edemiyorum. Yapılan eleştirilerin tonu endişelendiriyor. AB ile ilişkiler ve vize serbestisi başta olmak üzere Davutoğlu tarafından bulunmuş optimum çözümlerin yerine başka bir şey ikame edilmeden terk edilmesi, rasyonalite anlayışının bugüne kadar gördüğümüz ve bildiğimizden farklı olacağına işaret ediyor.
Umarım yanılıyorumdur. Umarım Türkiye stratejik aklını kullanıp kendi içindeki ve çevresindeki sorunların kendisine dayattığı gerçekliği iyi okur, hem o gerçekliği değiştirmeye çalışır, hem de imkanları çerçevesinde hareket etmeyi, dostlarının sayısını artırmayı hedefler. Önceliğini dış tehdit vurgusuyla güvenlikleştirmeye değil demokratikleşmeye verir. Sorunlarını serinkanlılıkla tartışır. Tartışanlar nifakla, ihanetle suçlanmaz.
Unutmayalım ki biz sorumluluğu başkalarına atınca sorunlar ortadan kalkmıyor. Amerika’yı eleştirmekle, dünyanın beşten büyük olduğunu söylemekle Suriye sorunu çözülmüyor, Irak’ın parçalanma eğilimi durmuyor, IŞİD Kilis’e füze atmaktan vazgeçmiyor, PKK eylemlerine son vermiyor, Rusya yaptırımlarını askıya almıyor, AB bize farklı gözle bakmıyor, Kafkaslar’daki krizler çözüme kavuşmuyor.
Türkiye’nin içindeki ve dışındaki sorunlara çözümler üretmesi gerekiyor. Gererek, suçlayarak, eleştirerek çözüm üretemeyiz. İçerik üsluptan farklı olsa bile üslup her zaman siyaseti, diplomasiyi rehin alma potansiyeline sahiptir. Dışarıdan bakanlar ne yaptığınızı ya da ne istediğinizi değil ne söylediğinizi görürler. Bu yüzden de aktör sistemi doğru okusa, tercihi rasyonel olsa dahi sistem aktörü üslup yüzünden dışlar, sonuç yine rasyonel olmaz.
***
Doğrudur, dışa yönelik eleştiri iç siyasetine katkıda bulunur, seçmeni dünya düzeni karşısında birleştirir. Dış düşman dünyanın her yerinde içeride ortak tutum sağlar, sorumluluğun dışarıda aranmasına yol açar. Demokratik tartışmanın riski güvenlikleştirme ile azaltılır. Önyargılar tetiklenir, kamuoyu belli konuları konuşmaya, belli konuları konuşmamaya teşvik edilir. Tehdit söz konusu olduğunda akan sular durur.
Dış tehdit siyasi tercihlerin ve önceliklerin geniş kesimlere kabul ettirilebilmesinin aracı haline getirilebilir. Tehdidin kendisi ya da algısı istisnai tedbirlerin alınabilmesini sağlar. Demokrasi açısından bakıldığında talihsiz olan bu gelişme, bazen istikrar açısından talihsiz olmayabilir. Özellikle Türkiye gibi sorunu bol olan ülkelerde dış tehdit algısı iç istikrarın garantisi haline dönüşebilir. Ama bir yere kadar.
Sorunlarınıza çözüm üretmezseniz, sizi bir şekilde içine çekebilecek olanlara karşı tedbirler geliştirmezseniz, toplumun tolerans eşiği aşılabilir, ülkenizin istikrarı, ekonomisi zarar görebilir. Siyasetten beklentiniz karşılanmayabilir. Türkiye artık o kritik eşikte duruyor. Bu yüzden yönetenlerin de, yönetilenlerin de rasyonel olması, güvenliğe yönelik gerçek tehditleri, sanal olanlardan ayırması gerekiyor. Ben endişeli ama iyimserim...