Oysa her şey ne iyi başlamıştı, 1989’da duvarlar yıkılmış, önce Varşova Paktı, ardından da Sovyetler Birliği çökmüştü. 2 Ağustos 1990’da gerçekleşen Kuveyt işgali de Birleşmiş Milletler’in tam hayal edildiği gibi çalışmasını sağlamıştı. Rusya’nın bile dağılabileceği, Batı için eskisi gibi tehdit oluşturmayacağı düşünülüyordu. Çin deseniz zaten zayıf, büyük ölçüde gelişmekte olan bir ülkeydi. AB de ABD’ye bağımlıydı.
1990 yılının başında Amerika rahat bir nefes almış, küresel galibiyetini felsefi referansları güçlü bir akademik makaleyle dünyaya çoktan ilan etmişti. Artık Rusya ve Çin ile işbirliği yapılabilir, onların çıkarlarına saygı gösterilebilirdi. Rusya NATO’da bile temsilci bulundurabilirdi. Gerçi nükleer silahların yanlış yerlere gitmesinden, bölgesel krizlerin büyümesinden endişe ediliyordu ama Amerika’nın karşısında artık varoluşsal bir tehdit yoktu.
En büyük meydan okuma Doğu Avrupa’nın Batı ile birleşmesinin sağlanması ancak bunun Rusya çok rahatsız edilmeden yapılmasıydı. Ne de olsa iki Almanya birleşirken NATO genişlemeyecek, Rusya’nın sınırlarına dayanmayacak sözü verilmişti. Fakat siyaset, özellikle de jeopolitik siyaset boşluk kaldırmazdı, Polonya başta olmak üzere Doğu Avrupa ülkeleri için yeni bir güvenlik mimarisi oluşturulması gerekirdi.
Çözüm genişleme yerine Barış için Ortaklık’ta bulundu, isterse bu işbirliği çerçevesine Rusya’nın da katılabileceği söylendi. Nihai hedef baştan verilmese de üyeliğin düşünüldüğü herkesin malumuydu. Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti NATO’ya 1999’da katıldı. 2004’de ise onları aralarında üç eski Sovyet Cumhuriyeti’nin de bulunduğu yedi ülke takip etti. Neredeyse eş zamanlı olarak da AB bu ülkelere kapılarını açtı. Sonra Ukrayna ve Gürcistan’ın da Batı ittifakına üye olabileceği söylendi.
Ve bu arada da Rusya kendini toparlamaya, zamanında verilen sözleri sorgulamaya başladı. 2008’de Gürcistan’a müdahale etti, 2014’de de Ukrayna’ya. Derken Suriye’deki soruna doğrudan taraf olarak Ortadoğu’ya girdi. Libya’ya paralı asker gönderdi. Akdeniz’de ve daha pek çok denizde eskisi gibi bayrak göstermeye başladı. Çok geçmeden de NATO üyesi Türkiye’ye, müttefikleriyle ve kendisiyle olan sorunlarını fırsat bilerek, hava savunma sistemleri sattı. Amerikalıların stratejik öngörüsüzlüğünden yararlandı.
Çin ise son 30 yıl içinde hiç arzu edilmeyen işler yaptı. Zenginleşti, büyüdü, güçlendi. Teknoloji alanında atılımlar gerçekleştirdi, ordusunu ve donanmasını yeniledi. Bunlar yetmezmiş gibi Kuşak ve Yol Projesi diye bir programla etki alanlarını genişletmeye başladı. Eskiden Amerikalı, Avrupalı şirketlerin tekelinde olan sektörlere girmeye, çıkarları sarsmaya yeltendi. Gerçi Amerika onlara gereken cevabı verip bir şirket yetkilisini sudan sebeplerle Kanada’da tutuklattı fakat Çin’i yine de yıldıramadı.
Şimdi Amerika bir yandan işbirliği yapabileceği alanları genişletmenin, diğer yandan da karşısına tehdit olarak çıktığını düşündüğü bu iki ülkeyi baskı altına almanın yollarını arıyor. Biden Şi Cinping ile 3.5 saat konuşurken Foreign Affairs’in son sayısında Amerika’nın en ünlü akademisyenleri, stratejik vizyon sahibi kanaat önderleri Çin’i çevrelemenin yöntemlerini tartışıyor, Soğuk Savaş’tan dersler çıkartmaya çalışıyor.
New York Times’dan Economist’e nereye bakarsanız bakın Rus ve Çin tehdidinden bahsediliyor. Polonya-Belarus sınırında yaşananlar insani ya da hukuki açıdan değil jeopolitik açıdan okunuyor. Putin komplosundan söz ediliyor. Rusya’nın çok yakında Ukrayna’ya saldırabileceği yazılıp, konuşuluyor. Rusya-Çin yakınlaşmasından, iki ülkenin ortak tatbikatlar ve uçuşlar düzenlemesinden endişe ediliyor. Karadeniz’de çatışma çıkabilir deniyor.
Fakat her nedense kimse nerede hata yaptık diye düşünmek zahmetine katlanmıyor. Hegemonyamızı sürdürmek için aklımıza gelen her şeyi yapmak mübah mı diye soranların sayısı çok az. Karşısındakilerin de meşru çıkarları olabileceğini, uluslararası sistemin üstüne oturduğu normlara sadakat göstermekle dahi pek çok sorunun yönetilebileceğini düşünen pek yok. İradeyi dışlayan mekanik bir realist mantık Batı stratejik düşüncesini rehin almış halde.
Türkiye ile olan ilişkilerde de, Rusya ve Çinle olanlarla da onlar tanım ve varlıkları gereği haklılar. Kendilerinden hiçbir kuşku duymadan hareket ediyorlar. İnsan haklarını seçici bir şekilde savunuyorlar, araçsallaştırıyorlar. Polonya sınırında yaşanaları insani bir trajedi olarak görmemek, göstermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Hakları olmadığı halde yasalarını coğrafyalarının dışına taşıyorlar.
Karşılarındakiler de sütten çıkmış ak kaşık tabii ki değil. Çin de, Rusya da genişlemek peşinde. Her ikisinin de insan hakları ihlalleri rekor düzeyde. Fırsatını bulsalar Ukrayna’yı da, Tayvan’ı da ilhak ederler. Mümkün olsa Avrupa’yı da, Güney Doğu Asya’yı da doğrudan kontrolları altına almak isterler. Boğazlar her an Moskova’nın iştahını kabartabilir, tarihi husumetler hatırlanabilir. Türkiye de mükemmel değil, çözmesi, aşması gereken onlarca sorunu var.
Ancak bunların hiç biri emsal yaratarak dünyaya liderlik etmeye çalışan, hegemonyasını güç yerine, daha doğrusu güçten çok meşruiyetle korumaya gayret eden Amerika için bahane ya da gerekçe olamaz. Muhataplar ne kadar kötü olursa olsun Biden yönetimi karşısındakilerin çıkarlarını, beklentilerini anlamaya çalışmak zorunda. Çünkü ne kendilerinin, ne de dünyanın yeni bir Soğuk Savaş’ı kaldırabilme lüksü var.
Her şeyden önce Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı sonunda elde ettiği konum ve gücüyle şimdiki konum ve gücü aynı değil. Üstelik dünya da çok daha karmaşık, çok daha fazla sayıda sorunu ve bilinmezi içinde barındırıyor. Nükleer silahların bol olduğu, bölgesel aktörlerin Amerika’nın sözünü pek de dinlemediği, iklim krizi başta olmak üzere işbirliğinin kendini zorla dayattığı bir çağda yaşıyoruz.
Çin ve Rusya ile başladığı söylenen yeni bir Soğuk Savaş’ın soğuk kalacağının ve bundan Amerika’nın kazançlı çıkacağının garantisi yok. Foreign Affairs’de Gaddis ve Brands’ın yaptığı gibi Soğuk Savaş’tan ders çıkartmanın da faydası çok marjinal. Onlar göremeseler de dünya da şartlar da değişti. Asıl yapılması gereken soğuk bile olsa savaş çıkartmak yerine diyalog kanallarını açık tutmak, sorunları çözme iradesi göstermek olmalı.
Çözerler mi derseniz doğrusu ben çok ihtimal vermiyorum. Sadece çözmeleri, karşındakileri anlamaya çalışmaları gerektiğini düşünüyorum. Dünyanın büyük bir krize, hatta savaşa sürüklenme olasılığının güçlenmesi beni tedirgin ediyor. Rusya’nın uzaydaki eski bir uydusunu vurmasının ne anlama geldiğini görüyorum. Akademik egzersizle sorun çözülemeyeceğini biliyorum. Ama yine de iyi ve huzurlu bir tatil günü diliyorum…