Türkiye 9 Temmuz 2018 itibarıyla yeni bir sistemle yönetilmeye başlandı. Umarız bu sistem ülkenin sorunlarının daha kolay çözülmesini, çözülemeyenlerin daha etkin şekilde yönetilmesini, demokrasisinin daha sağlam temeller üstüne oturmasını, ekonomisinin daha istikrarlı hale gelmesini sağlar. Bildiğim, elimden geldiğince takip ettiğim alan, yani dış politika açısından bakınca umutluyum. Çünkü:
1-) Mevlüt Çavuşoğlu’nun yeni dönemde de Dışişleri Bakanı olarak görev yapmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Çavuşoğlu tecrübesi, sahip olduğu ilişkiler ağı, dosya hakimiyetiyle bilinen ve tanınan bir isim. İyi bir diplomat, kararlı bir müzakereci. Suriye’den Rusya ve Amerika ile ilişkilere kadar pek çok konuda kaydedilen ilerlemede onun imzası var.
2-) Yeni dönemde olağanüstü halin kalkacak, hukukun üstünlüğüne muhtemelen daha fazla alan açılacak olması da Türkiye’nin pek çok ülke ve örgütle olan ilişkisine ivme katacaktır. Böylesi ivmeler pazarlık süreçlerinde doğrudan koza tahvil edilemese de kolaylaştırıcı etki yaratır. İmaj ve algı dış siyasette de, ekonomide de katma değer üretir.
3-) Dışarıdan bakanlar Türkiye’yi artık durulmuş, sistemini kurmuş bir ülke olarak görecekler, sorunlarını çözmek için samimi gayret sarf edeceklerdir. Türkiye iç dengeleri üstünden yönlendirilebilecek bir ülke olmaktan çıkmıştır. Sorunlar masada müzakereyle çözülmek zorundadır. Dış politikanın görünür ve bilindik yöntemleri dışında başka yöntemlerin kullanılması imkansız değilse bile artık çok daha zordur.
4-) En az bunlar kadar önemli olan bir başka unsur da bizi her anlamda etkileyen Suriye sorununun çözüm yoluna bir şekilde girmiş, Türkiye’nin diplomasisiyle ve askeri gücüyle kendi çıkarlarını koruyabilecek zemini kazanmış olmasıdır. Kuzey Suriye’de PKK patentli bir devlet kurulabilmesi olasılığı iyice zayıflamıştır. ABD’nin Suriye’den tamamen çekilmesi senaryosu tartışılmaya başlanmıştır.
5-) Rusya Federasyonu, ABD, AB ve AB’nin pek çok ülkesiyle ilişkilerde önemli sıçramalar yaşanmış, karşılıklı eleştirilere rağmen belli konularda işbirliği imkanları ortaya çıkmıştır. Kopma noktaları aşılmış, onarım sürecine girilmiştir. Doğal olarak çözülmesi gereken daha çok sorun bulunmaktadır. Fakat ikili ilişki matrislerinde ibre olumludan yana dönmüştür.
6-) Körfez ülkeleri de büyük bir olasılıkla Türkiye’nin çok boyutlu, kendi çıkar ve beklentilerini ön plana çıkartan gerçekliğiyle yaşamak zorunda olduklarını idrak edeceklerdir. İran’a karşı sadece İsrail’e ya da Amerika’ya güvenemeyeceklerini, askeri ve siyasi dengeleyici gücümüze yaslanmaları gerektiğini göreceklerdir.
***
Tüm bunlara rağmen dünya siyasetinin çalkantılı bir döneme girdiğini, öngörülebilen parametrelerinin sürekli değişim geçirdiğini de not etmek gerek. Trump, ABD Başkanlığına seçildiği günden bu yana aldığı kararlarla İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzeni sarsmaktadır. Ticaret savaşları başlamış, bizim de içinde yer aldığımız geniş anlamıyla ‘Batı İttifakı’ adı henüz konmamış bir krize sürüklenmiştir. Kudüs sorunu başlı başına bir yazı konusudur.
AB, bildiğimiz AB olmaktan çıkmış, IŞİD saldırıları ve mülteci dalgalarıyla kendi yarattığı değerleri sorgulayan, içine kapanan, parçalanma emareleri gösteren bir bölge haline dönüşmüştür. Brexit aslında sadece bir ülkenin Avrupa entegrasyon sürecini terk etmesi değil aynı zamanda entegrasyon sürecinin cazibesini yitirmesidir de. AB’nin pek çok ülkesinde birlik içinde olmanın, ortak bir egemenlik alanı yaratmanın fazileti artık kalmamıştır.
Nükleer silahların yayılmasını önleyecek tedbirlerin ortadan kalkmaya başladığı, Kuzey Kore’nin silahlanarak ABD’yi müzakere masasına çektiği, İran’ı nükleer silahlanma çabasından vazgeçirecek mutabakatın bu mutabakattan en çok yararlanacak ülkeler tarafından yok edilmeye çalışıldığı bir dönemde yaşadığımız da unutulmamalıdır. ABD ile Kuzey Kore ya da İran arasında her an yeni bir kriz, hatta savaş çıkabilir. Komşumuza uygulanacak yaptırımlar çıkarlarımıza yine aykırı olabilir...