Devletler istediklerinin yapılmasını, istemediklerinin de yapılmamasını sağlamak amacıyla pazarlık ederler. Ellerinde de biri teşvik, diğeri ceza olmak üzere genellikle iki koz vardır. Teşvik en akılcı ve kullanımı kolay olanıdır. Çünkü tepki doğurmaz, olsa olsa az bulunur, daha fazlası istenir. Ceza ise iki şekilde kullanıma sokulur. İlk yöntem tehdit, ikincisiyse uygulamadır.
Tehdit daha çok işe yarar, muhatabın aklında soru işaretleri yaratır, özellikle de yapılması istenmeyen bir şeyin yapılmamasını sağlar. Bu tür tehdidin içinde yer aldığı pazarlık durumunun teknik adı caydırıcılıktır. Tehdit işe yaramazsa, ciddiye alınmazsa ya da tehdidiniz karşınızdakinin yapacaklarıyla kazanmayı düşündüklerinden daha önemsizse veya öyle görülüp algılanıyorsa caydırıcılık çöker.
Bazen müdahale gerçekleşir, bazen de savaş başlar. Artık sözün bittiği yere gelinmiş, tehdidinizi hayata geçirmeniz gerekmiştir. Yani gücünüz işe yaramamış, etkiye dönüşmemiş şimdi onu fiilen kullanma ve sonuçlarına kendinizin de katlanma zamanı gelmiştir. Gücünüz sınanacak ve belki de işe yaramayacaktır.
Çok itiraf etmeseler de devletler bunu sık sık yaşarlar. Savaşlar açıp, müdahaleler gerçekleştirdiler ama deklare ettikleri siyasi amaçlarına dahi ulaşmakta zorlanırlar. Veya Ukrayna krizinde olduğu gibi ekonomik yaptırımlar uygularlar ama bir süre sonra bu yaptırımların kendilerine de zarar vermeye başladığını görürler. Bundan kaçınmanın neredeyse imkansız olduğunu anlarlar.
Bu yüzden de yaptırımların etkisi uygulayana değil uygulanana ne kadar zarar verdiğiyle ölçülür. Görece zarar daha fazlaysa yaptırımlar işe yarıyor diye düşünülür. Ancak bu hesap hemen hiçbir zaman objektif kriterler üstünden yapılmaz. Ulvi ve insani değerler, aidiyetler ve daha neler neler tartışmaya müdahil olur. Zaten müeyyideyeyi uygulayan da hatasını hemen hiçbir zaman kabul etmez.
Yaptırım genellikle havada kalır, etkileri zaman içinde telafi edilir, hatta Türkiye örneğinde görüldüğü gibi adı konmuş ve konmamış silah ambargoları yerel inisiyatiflerin gelişmesine, teknolojide atılım yapılmasına, yeni tedarik kanalları açılmasına, ad-hoc da olsa ittifaklar kurulmasına yol açar. IHA vermezseniz SİHA üretilir.
Diğer yandan yaptırım uygulayan açısında bir gerekliliktir. Ukrayna krizi benzeri anlarda yaptırım uygulanmasının alternatifi savaş, daha doğrusu bir dünya savaşı ve nükleer yok oluş ya da karşınızdakinin meşruiyeti açıkça tartışmalı, üstelik de çıkarlarınıza aykırı müdahalesini, zorla kurduğu yeni statükoyu ve belki daha fazlasını kabul etmektir.
Burada sihirli kelime yaptırım değil dengedir. İpin ucunu kaçırırsanız, siyasi histeriye kapılırsanız çözdüğünüzden çok sorun yaratırsanız. Böylesi büyük bir krizin kendi başına yaratacağı sorunları büyütüp yönetilemez hale getirirsiniz. AB’nin Rusya’dan enerji alımını kesmesi muhtemelen ne Ukrayna savaşının bitmesine ne de Rusya’nın teslim olmasına ya da bazılarının beklediği gibi çökmesine yol açar.
Ama dünya ekonomik sisteminin çökmesine kesinlikle yardımcı olur. Avrupa’nın enerji ihtiyacının Katar ve Amerika tarafından yakın bir gelecekte ikame edilmesi pek çok uzmanın söylediğinde göre mümkün değildir. Ayrıca mümkün olsa bile fiyat artışlarını durdurması imkansızdır. Amerika şirketlerini oluşacak piyasa fiyatlarının kat ve kat altında satmaya ikna etmediği takdirde telafi işe yaramaz, dengelerin bozulmamasına yardımcı olmaz.
Hafta içindeki AB Zirvesinde Rus gazını da petrolünü de almayalım diyen ülkelerin liderlerinin hiç biri ülkelerinde, bölgelerinde doğacak siyasi istikrarsızlığı önleyemez. AB’nin de ABD’nin de yapması gereken daha fazla yaptırım uygulamak yerine sorunun çözümüne katkıda bulunacak diplomatik girişimler başlatmaktır.
Ukrayna’ya yapılacak silah yardımının da soruna çare olacağı düşünülmemelidir. Dayanışma için, Rusya’nın her istediğini yapamayacağını anlaması için silah da yaptırım da gereklidir. Fakat yeterli değildir. Sorunu tırmandıran her adım dünya savaşı riskini arttırmaktadır.
Yaptırımlar yaptırım olma amacından çıkartılmadan, toplu intihar düzeyine ulaşmadan dengede tutulmalıdır. Dünyanın daha fazla ölüme, trajediye, istikrarsızlığa değil akılcı yöntemlerle Ukrayna sorununun çözümüne ihtiyacı vardır. Bir bölge kurtarılacak, bir siyasi lider cezalandırılacak diye dünya ekonomisini çökertecek teşebbüslerden kaçınılmalıdır.
Ben Rusya’nın cezalandırılmasına, caydırılmasına tabii ki karşı değilim. Fakat Rusya cezalandırılacak gerekçesiyle ülkemin düzenin, güvenliğinin, esenliğinin riske girmesini istemem. Zelenski talep ettiği için uygulanacak bir uçuşa yasak bölge ya da Biden veya Johnson’un Rusya yıpransın, dersini alsın diye tedarik edecekleri silahlar yüzünden dünya savaşı çıkmasını ise hiç ama hiç arzu etmem.
Buğday bulamayan Mısır’ın karışmasını, Somali’nin daha fazla istikrarsızlaşmasını, Suriye’de, Libya’da kurduğumuz dengelerin bozulmasını, çıkabilecek krizlerde ve çatışmalarda insanların anlamsız yere ölmesini, yerinden ve yurdundan olmasını, acı çekmesini bize takdim edilen yaptırım mantığı nedeniyle kabullenemem.
Az da olsa sesimi duyurabilme şansım bulunan tek merci kendi hükümetimden, ülkemin yönetiminden talebim diplomasiye ağırlık vermesi, Ukrayna’da ateşkes için taraflar kadar taraf olanları da teşvik etmesi, NATO ve AGİT’deki imkanlarını sonuna kadar kullanmasıdır. Bir de yaptırım histerisine kapılmaması, baskılara direnmesi. İyi ve mümkün olduğunca huzurlu bir Pazar günü dileğiyle…