Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman (MBS) üç haftalık bir ziyaret için Amerika’da. New York Times’ın yazdığına göre basın imparatoru Robert Murdoch’un evinde Michael Douglas, Morgan Friedman gibi isimlerle sinema işini konuşmuş. Ondan önce de farklı farklı ortamlarda Richard Branson, Bill Gates, Jeff Bezos ve benzerleriyle buluşmuş.
Bin Salman’ın gazetede Google’ın kurucularından Sergey Brin’le açık havada çekilmiş spor ceketli, günün mana ve önemine uygun eskitilmiş kot pantolonlu bir fotoğrafı var. Biraz altında Trump’ın yanında posterli silah satış açıklaması sırasında geleneksel kıyafetleriyle görüyoruz kendisini. Sonra da Bill Clinton ile olan buluşmasında çok saygılı biçimde otururken.
***
Anlaşılan MBS kapsamlı bir imaj kampanyası için ABD’yi baştan aşağı dolaşmaya gelmiş, iktidarını ve muhtemelen bölgesinin geleceğine ilişkin planlarını Jared Kushner vasıtasıyla sadece Trump’a değil tüm Amerika’ya kabul ettirmek istemiş.
New York Times iletişim stratejisi açısından kaotik başlayan ziyaretin artık etkin bir şekilde sürdüğüne, düzenlenen konferansların, sergilerin, değişim konusunda verilen sözlerin hedefine ulaşabileceğine işaret ediyor. Al Jazeera’de de İsrail lobisinin önde gelen isimleriyle buluştuğuna dair haberler var.
The New Yorker dergisinin son sayısında ise MBS ile Kushner arasındaki ilişkinin ne şekilde başladığı, hangi saiklerin bu ikiliyi bir araya getirdiği, Katar ve Kudüs’e karşı uygulanan politikaların nasıl belirlendiği anlatılıyor. Bölge politikasını takip eden herkesin okuması gereken Dexter Filkins imzalı bu haber-analizde çoğumuzun tahmin ettiği ama veriye dayalı ilişki kurmakta zorlandığı bağlantılar okuyucuların bilgisine sunuluyor.
MBS-ABD ilişkisinin derinleşmesinin Türkiye için doğurabileceği muhtemel sonuçlar açısından yazıyı kabaca özetleyecek olursak, ilişki Trump yönetiminin Obama’nın bölge stratejisini, özellikle de İran’a yönelik uzlaşmacı, ama aslında sorun çözücü politikasını değiştirmek için yapılan strateji belirleme toplantıları sırasında ortaya çıkıyor.
Ortadoğu’da var olan düzenin sürdürülemez olduğu, değişmesi gerektiği vurgulanıyor. Derken değişimin taşıyıcısı olarak MBS düşünülüyor. Ancak MSB’yi Trump’a, daha doğrusu yakın çevresine asıl tanıtan, ona siyasi ihtiraslarını gerçekleştirmek için destek verilmesini sağlayan MBS’nin yakın dostu Abu Dabi Veliaht Presi Muhammed bin Zayed Al Nahyan (MBZ).
Daha önce de Obama Yönetimini ikna etmeye çalışan MBZ, seçimlerden hemen sonra Aralık 2016’da New York’a gelip Trump Tower’da yeni yönetimin önde gelen isimleriyle buluşur. Birkaç hafta sonra da Kushner Trump’ın Suudi Arabistan’a gitmesini savunmaya başlar.
Bu arada Kushner ile MBS arasındaki dostluk da gelişir. Yönetimdeki hemen herkesin karşı çıkmasına rağmen sonunda Kushner’in dediği olur, Trump ilk yurt dışı ziyaretini Riyad’a yapar ve orada belli ki ilginç fotoğraf çekimlerinin yanı sıra bölgenin geleceğini etkileyecek önemli kararlar da alınır.
Çünkü hemen ardından Katar krizi patlar. Birkaç ay sonra da Kushner’in bir Riyad ziyareti sonrasında Filistin sorununun İsrail’in istediği şekilde çözümü için MBS Mahmut Abbas üstünde baskı kurmaya başlar. Çok geçmeden Lübnan Başbakanı Hariri hile ve şiddet kullanılarak istifaya zorlanır.
MBS açısından en önemli gelişmeyse 21 Haziran 2017’de yaşanır. Dünya 24 saniyelik bir haber klibiyle MBS’nin artık veliaht olduğunu, eski veliaht bin Nayef’in sorumluluğu ona “isteyerek” devrettiğini görür. Derken krallık ailesinin diğer fertleri gözaltına alınır ve anlaşmaya zorlanır.
Bundan sonrası hepimizin malumu. Yalan haberlerle Katar’ı kendisine hedef seçen Suudi Arabistan ve ona destek veren Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve tabii ki Amerika’nın (Mısır’ı da unutmamak gerek) karşısına Türkiye açar. Katar’da kurmaya başladığı üssünü kurar, askeri varlığını güçlendirir, ambargoları deler.
Filkins, Kushner dolayısıyla Trump yönetiminin Katar’ı feda etmeye hazır olmasını ticari ilişkiye bağlamış. Manhattan’daki Kushner ailesine ait bir gayrimenkule yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım desteğine Katarlıların olumlu cevap vermemesini askeri üslerinin varlığına rağmen bu ülkeyi gözden çıkartmalarıyla ilişkilendirmiş.
İddia ne kadar doğru bilmiyoruz. Fakat oyunu Türkiye’nin bozduğu gerçek. Eğer Türkiye olmasa Katar direnemezdi. Direnmeseydi de, ne Tillerson ne de Mattis istikrarsızlıktan korkardı. Katar kendi kaderiyle baş başa kalabilir, muhtemelen yönetiminde şu anda bambaşka bir Emir olurdu.
***
Türkiye, Kudüs planını da boşa çıkarttı. Daha önce bu sütunda yazdığım gibi Ankara beklenmedik bir hamle yaparak İİT’yi toplantıya çağırdı, BM Güvenlik Konseyi kararlarına atıfta bulundu, Suudi Arabistan’ı dahi İİT’de aldırdığı kararlara uymasını sağladı. Kudüs’ün statüsü önce Güvenlik Konseyi’ne sonra da Genel Kurul’a götürüldü. Türkiye’nin öncülük ettiği pozisyona güçlü bir uluslararası destek bulundu.
Türkiye bu iki hamlesiyle bölgesinde çıkar ve beklentileri dikkate alınması gereken bir güç olduğunu herkese gösterdi. Ama doğal olarak mücadele bitmedi, tarihin sonu gelmedi. MBS büyük bir olasılıkla ABD’deki kampanyasının etkisiyle bize yeni sürprizler hazırlayacak, belki de Suriye’deki İran etkinliğini kırmak için ABD ile hoşumuza gitmeyecek planlar yapacaktır. Gelişmeleri dikkatle takip etmek gerek…