Unuttuğumuz diyorum çünkü webi taradığınız zaman 20 Temmuz 1936’da imzalanan ve günümüzde de Boğazlar bölgesinden geçişi düzenleyen Montrö Sözleşmesi’ne ilişkin geçtiğimiz günlerde çok az veri girilmiş olduğunu görüyorsunuz. Çoğu hamasi birkaç köşe yazısı ve haber dışında fazla bir şey bulmak mümkün değil. Ben de 20 Temmuz’u atlamışım. 18 Temmuz’da Kıbrıs, 21 Temmuz’da da Basra Körfezi’ndeki gerilim üstüne yazmışım.
Oysa Montrö Sözleşmesi Türkiye için 83 yıl sonra da önemli, korunması gereken, bize hala kullanabileceğimiz imkanlar sunan bir uluslararası bağıt. F-35’lerin, S-400’lerin konuşulduğu, İncirlik Üssü’nün geleceğinin gündeme geldiği, ABD-Rusya geriliminin tırmandığı, NATO müttefiklerimizin Karadeniz’de bayrak göstermeye çalıştığı bir dönemde önemi daha da artıyor.
***
Montrö Sözleşmesi’nin günümüz açısından en önemli özelliği bir kriz durumunda Türkiye’ye savaş gemilerinin geçişini engelleme hakkı vermiş olması. Sözleşmenin 21’inci maddesi pek yakın bir savaş halinde, daha doğrusu kendisini böyle bir durumda hissetmesi halinde, Türkiye’ye savaş gemilerinin geçişi konusunda tümüyle dilediği gibi davranma yetkisi tanınıyor. 20’inci maddede düzenlenmiş savaş hali ile Türkiye’nin kendini tehdit altında hissettiği durum arasında ayrım yapılmıyor.
Tek istisna üslerinden ayrılmış savaş gemilerine dönme hakkı tanınmış olması. Türkiye böylesi bir karar aldığında kararını imzacı ülkelere ve o zaman Milletler Cemiyeti, ardılı olduğu için şimdi Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne bildirmek zorunda. Kararın uygulamasının sürmesi 21’inci maddenin son paragrafında Cemiyet Konseyi’nin, yani şu anki adıyla Güvenlik Konseyi’nin ve imzacıların çoğunluğunun aynı kanıda olması şartına bağlanmış.
Ancak birinin diğerinden farklı düşünmesi halinde ne olacağı Sözleşme hükümlerinde bulunmuyor. Başka bir deyişle Güvenlik Konseyi’nde mesela Rusya Federasyonu’nun Türkiye’nin tasarrufuna ilişkin kararı veto etmesi halinde ne olacağı belli değil. Hukuki sayılabilecek bir çözüm belki bulunur ama ciddi bir kriz halinde müttefiklerimizin dahi Karadeniz’de bayrak göstermesi biz istemezsek en azından gecikir.
Benzeri tedbirler Rus savaş gemileri için de alınabilir. Türkiye Sözleşme’nin kendisine tanıdığı yetkiyle onların da geçişini engelleyebilir. İsterse Sözleşme’nin gözden geçirilmesini talep ederek çökmesine, kıyıdaş olmayan ülkelerin savaş gemilerinin Karadeniz’e ton, tip ve zaman kısıtlaması olmaksızın girmesine yol açabilir. Böylece 6. Filo Karadeniz’e çıkıp bayrak gösterebilir.
Hatta (petrol tankerleri başta olmak üzere) ticari gemilerin geçişini Altın-Frank hesabına dönülmesini istemekle masraflı, dolayısıyla da caydırıcı hale getirebilir. Dünya petrol piyasasının dengelerini sarsabilecek adımlar atabilir. Doğal olarak bunların her biri ciddi krizlerde düşünülebilecek, uygulamaya konabilecek tedbirlerdir. Türkiye’nin bu tedbirlerden birine başvurması kendisi için de ağır sonuçlar doğurur.
Fakat bu olasılıkların varlığı, varlığının siyasi söylemde değil akademik toplantılarda gündeme getirilmesi, bağımsız düşünce kuruluşlarınca ele alınması, üniversitelerin sempozyumlar, atölye çalışmaları düzenlemesi, alınacak tedbirlerin hukuki ve siyasi sonuçlarının tartışılması Montrö’nün bir siyasi-diplomatik koz olarak varlığının hatırlatılmasına, hepsinde önemlisi de hatırlanmasına vesile olur.
***
Türkiye tarihi boyunca önce Boğazların kontrolünü elinde bulundurmasından, sonra da Montrö Sözleşmesi’nin kendisine tanıdığı yetkilerden hareketle çıkarlarını koruyabilmiş, Boğazları dış ilişkilerinde pek çok kez araçsallaştırmıştır. En son olarak Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının planlanması aşamasında Boğazlarını Rusya’ya, büyük petrol şirketlerine ve hatta Azerbaycan’a karşı 11 Ocak 1994’de çıkartığı bir tüzük marifetiyle koz olarak kullanmıştır.
Diğer yandan Montrö Sözleşmesi’nin sadece başkalarına karşı kullanılabilecek bir koz olmadığının, Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına hizmet ettiğinin de unutulmaması gerekmektedir. Montrö sayesinde yabancı savaş gemileri Boğazlar bölgesi olarak tanımlanan İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’ndan gelişi güzel geçememekte, önceden haber verme sorumluluğu bulunmaktadır. Türkiye için şu aşamada rasyonel olan Boğazlarını koz olarak kullanmak değil kullanabileceğini ima etmek, gündemde tutmaktır…