Rusya-Türkiye ilişkileri çok ilginç bir seyir izliyor. Bir yanda işbirliği yapıyoruz, diğer yandan pek çok sorunda farklı kamplarda yer alıyoruz. Kıbrıs konusunda Moskova oldum olası Rumların yanındaydı.
Soğuk Savaş sırasında Kıbrıs sorununu NATO ittifakını bölecek, güney kanadını zayıflatacak fırsat olarak görüyorlardı. Sonrasında da bu bakış açısı değişmedi ama Ortodoks dayanışması daha fazla önem kazandı.
Ukrayna sorununda ise Kırım’ın ilhakını tanımıyoruz, Rusya’nın hoşuna gitmeyecek işbirliği modelleri geliştiriyoruz. Fakat asıl Suriye’de, Libya’da ve Azerbaycan–Ermenistan ihtilafında doğrudan farklı cephelerde yer alıyoruz, hatta ilk ikisinde vekillerimiz vasıtasıyla savaşıyoruz.
Bilerek ya da bilmeyerek uçaklarını bile düşürdük, muhtemelen de çatıştık. Tüm bunlara rağmen işbirliğinin devam etmesi, karşılıklı çıkar ve beklentilerin anlayışla karşılandığı bir dengenin sürdürülebilmesi dünyada örneği fazla olmayan bir devletler arası ilişki biçimine tekabül ediyor.
***
Aramızda hem dostluk var, hem de düşmanlık. Bir yandan rekabet halindeyiz, diğer yandan işbirliğini derinleştiriyoruz. Belli ki S-400’ler, Türkiye’nin NATO üyeliği ve bulunduğu coğrafi konum, karşılıklı yatırımlar ve boru hatları iki ülkeyi bağlıyor, birbirine çekiyor. Türkiye’nin ve Rusya’nın taraf olduğu bölgesel sorunlarsa itiyor, ilişkileri zorluyor.
Benim beklentim bu hassas dengenin sürdürüleceği, iki ülkenin bundan önce olduğu gibi bundan sonra da birbiriyle konuşacağı, liderler arasındaki anlayış birliğinin sorunları aşmaya yardımcı olacağı yönünde. Ancak Türkiye’nin diğer olasılığa da hazırlıklı olmasında yarar var.
İki ülke arasındaki gerilim hatlarının sayısı ve ağırlığı her geçen gün artıyor. 12 Temmuz’da, bu kez resmi sınır hattında başlayan, iki taraftan aralarında bir generalin de bulunduğu en az 15 askerin ölümüne yol açan Azerbaycan-Ermenistan çatışması, dolaylı yollardan da olsa Rusya ve Türkiye’yi bir başka cephede daha karşı karşıya getirdi.
Gerilimi yakından takip eden uzmanlar iki tarafın tırmandırma çabalarına, Rusya’nın bu bölgedeki çıkarlarını, çatışmanın Bakü-Tiflis-Ceyhan hattını hedef aldığını da ekliyor. Türkiye Azerbaycan ile birlikte tatbikat icra ediyor, Rusya da Ermenistan’ı konuşlandırdığı füzeleriyle, askerleriyle koruyor.
Suriye’deki, Libya’daki, şimdi de Azerbaycan’daki hassas dengelerin, quid pro quo’ların sürdürülmesi her iki ülke için de önemli. Ama Türkiye için daha önemli. PKK’nın amaçladığı hedefine ulaşmasına engel olmak için Suriye’de bulunmak zorunda.
Libya’daki varlığımızdan da Akdeniz’deki etkimiz, ağırlığımız nedeniyle -iktidarda kimin bulunduğundan bağımsız olarak- kolay kolay vazgeçemeyiz. Kaldı ki Libya Batı Afrika açılımına ve Akdeniz’de ilan ettiğimiz Münhasır Ekonomik Bölge’ye de dayanak noktası.
Rusya isterse bizi Suriye’de de, Libya’da da zorlayabilir. İstememesini sağlamak için işbirliği gerekli. Kaybedileceklerin envanteri ne kadar kapsamlı olursa, çıkarlarımızı o kadar az görmezden gelirler. Ancak işbirliği kendi başına ne yazık ki yeterli değil.
Türkiye’nin Rusya karşısında güçlü olması, üyesi olduğu ittifaka dayanabileceğini Rusya’ya tekrar tekrar göstermesi şart. Bu yüzden de Türkiye’nin NATO’nun hem Avrupa, hem de Amerika ayağıyla olan ilişkilerini normalleştirmesi gerek.
Normalleşmenin çıkarlarımızdan, beklentilerimizden fedakarlık etmeden gerçekleşmesinin benim gördüğüm kadarıyla tek yolu da insan hakları sicilimizi düzeltmekten, demokrasi açığımızı kapatmaktan, kamu diplomasisiyle gönülleri kazanmaktan geçiyor.
İmaj düzelirse algı da değişir. Algı değişirse ilişkilerimiz mükemmelleşmese de normalleşir. Fransa Akdeniz’deki çıkarlarından yine vazgeçmez ama bu kadar açıktan Türkiye karşıtı olmaz. Amerika yine GKRY’ye, Yunanistan’a sempatiyle bakar, onların çıkarlarını dikkate alır ama askeri işbirliğine bu denli ağırlık vermez.
***
İmaj her şey değildir fakat dünya siyasetinde çok şeydir, korunması ve sürekli cilalanması gereklidir. İnsanlar sizi severse, devletleri yaptıklarınıza daha farklı gözle bakar. Bu yüzden de insan hakları ve demokrasi, eksikliği hissedilen yerlerde dış güvenlik sorunu haline dönüşür. Ülkelerin kırılganlığı artar.
Eksiklikler bazen başka alanlarda yapılan fedakarlıklarla, verilen tavizlerle dengelenir. Eğer paranız, petrolünüz varsa, onlardan muhataplarınızın şirketleri yararlanıyorsa, kendinizi bir ölçüde güvende hissedersiniz. Ama otonom hareket edemezsiniz, orta büyüklükte bir devletseniz çıkarlarınızı kendiniz tanımlayamazsınız.
Üç cephede doğrudan, pek çok konuda da dolaylı olarak karşı karşıya olduğumuz Rusya ile olan ilişkilerimizin sağlıklı ve karşılıklı çıkara dayalı bir şekilde sürmesi için de, Azerbaycan’ın veya Libya’daki UMH’nin ya da İsrail karşısında Filistin’in haklarını savunabilmemiz için de, Suriye’de optimum çözüme katkıda bulunabilmemiz için de insan hakları ve demokrasi önemlidir.
Unutmayalım ki imaj güç üretir, ikna kabiliyetimizin pekişmesine, tasarruflarımızın meşruiyetinin daha az sorgulanmasına yol açar. Bir ya da birkaç büyük devlete dayanarak diğerini dengelememize, çıkarlarımıza hassasiyet göstermesine yardımcı olur. Zaten insan hakkı da insan olan herkese gereklidir…