İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve Soğuk Savaş sonrasında da yenilenerek, AGİT gibi örgütlerle, NATO’nun Barış için Ortaklık programı ve genişleme dalgalarıyla ayakta tutulan Avrupa güvenlik mimarisi içten ve dıştan gelen etkilerle değişiyor. Bir yanda Avrupa’nın belli başlı ülkelerinin Amerika’dan daha otonom savunma mekanizması kurma isteği var, diğer yanda Rusya’nın oluşturduğuna inandıkları tehdit.
Ne Amerikasız yapabiliyorlar ne de Amerika’ya güvenebiliyorlar. Bu yüzden de bir kısmı NATO içinde, bir kısmı da AB bünyesinde yeni inisiyatifler geliştiriyorlar. Görünen o ki yakında AB, NATO benzeri bir ittifaka dönüşecek, kendine ait bir komuta kontrol mekanizması ve ciddiye alınabilecek bir savunma gücü oluşturacak. Daha önce yazdığım gibi bu değişimin Türkiye açısından da sonuçları olacak.
Çünkü Türkiye NATO’nun zayıflayan caydırıcılığından, ondan da önemlisi ona paralel oluşumun içinde yer alan ülkelerin güçlerini etkiye çevirme çabalarından mağdur olacak. Türkiye’nin dengelerini koruyabilmesi için ya AB üyesi olması ya da yeni Avrupa güvenlik mimarisinin bir yerlerinde kendine yer bulması ve çıkarlarının çeşitliliği düşünüldüğünde ulusal caydırıcılığını da her şart altında güçlendirmesi gerekecek.
Şimdilik AB yolu insan hakları sorunlarımız, demokrasi açığımız ve ekonomik performansımız gibi bizden ve tabii ki AB’nin eğilimlerinden, bazı üyelerinin beklentilerinden kaynaklanan nedenlerle kapalı. Belki gümrük birliği derinleşebilir, belki ilişkiler mülteci aksının ötesine geçebilir, belki biraz da vize işlemleri kolaylaştırılabilir ama gerçekçi bakarsak tam üyelik kolay kolay gerçekleşmez.
Ancak Türkiye kendisine AB’nin ve genel olarak Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisi içinde yer bulabilir. Ki şimdiden bulmaya başladı bile. Geçtiğimiz hafta Savunma Bakanı Güler, Yunanlı meslektaşı Dendias’la birlikte Almanya’nın öncülüğünde geliştirilen Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi’ne (ESSI) Brüksel’de attığı imzayla Türkiye’yi de dahil etti.
Böylece aralarında İsviçre ve Avusturya’nın bulunduğu Avrupa’nın 20 ülkesiyle birlikte geliştirilecek ortak hava savunma sisteminin içinde yer alacağımız tescil edildi. Anlaşılan Türkiye oluşturulacak üç aşamalı savunma kalkanından yararlanacak. Her ne kadar Rusya ile ilişkilerimiz sorunsuz seyretmekteyse de bu ülkeden ya da ileride başka bir komşumuzdan kaynaklanabilecek saldırılardan korunmamız daha kolay olacak.
Şu aşamada geçerli olan plana göre ilk müdahale ABD-İsrail yapımı Arrow-3 füzeleriyle atmosfer dışında, o olmazsa veya gerektirmezse ABD yapımı Patriotlarla hedefe varmasından 100 km kadar önce, en son aşamada da Almanya yapımı IRIS-T füzeleriyle 35 km kala yapılacak. Ve belli ki Türkiye bu projede askeri ve teknolojik olarak sadece alan tarafta değil veren, sağlayan tarafta da olacak.
Hepsinde önemlisiyse Türkiye yeni Avrupa güvenlik mimarisinin oluşan unsurlarından birinin içinde yer alacak. İlk Eurofighter’ların hava kuvvetlerinin envanterine girmesi ve Türkiye’nin milli muharip uçağının bazı aksamlarının İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkelerinden temin edilmesiyle işbirliğinin boyutları derinleşecek, ileri teknolojideki askeri bağımlılığın tek bir ülkenin ipoteğinden çıkmasına yardımcı olacak.
BBC Türkçe’de yer alan habere göre de Türkiye’nin ESSI girişimine katılması Almanya’nın dört ülke ortak yapımı Eurofighter Typhoon uçakları almasına koyduğu siyasi engeli kaldırmasına yol açacak. Yani Türkiye Amerika’nın F-16 satışına onay vermesinden sonra da istiyorum dediği İspanya, Fransa, İngiltere ve Almanya yapımı bu yeni nesil uçakları almak, kullanmak ve ABD’den biraz daha otonom olmak imkanına kavuşacak.
Temennim Avrupa ile askeri ve teknolojik alanda yakınlaşmanın diğer alanlara da yansıması, Türkiye’yi Avrupa pazarı kadar hala büyük ölçüde temsil ettiği insan hakları, demokrasi gibi değerlere de yakınlaştırması, Yunanistan ve Kıbrıs’la olan sorunlarının çözümüne, o da olmazsa aşılmasına yardımcı olması. Bir de bu teşebbüslerin kendi uçağımızı, hava savunma sistemlerimizi kurmamıza engel olmaması.
Gidişat Türkiye’nin dış ve güvenlik politikasında giderek daha fazla Avrupa ile senkronize olacağı, beklenti ve çıkarlarının daha çok örtüşeceği yönünde. İlk bakışta ilgisiz görünse de Mısır’la barışmak, Körfez bölgesine yeniden açılmak, Suudi yönetimiyle sorunları aşmak, Gazze savaşında taraf olmaktan elden geldiğince kaçınarak çözüm yöntemleri önermek de bence bu süreci destekler mahiyette.
Ukrayna savaşının ve İsveç’in NATO üyeliği için yapılan pazarlığın da bu karşılıklı yakınlaşmaya katkısı büyük. Yanılıyor olabilirim ama bana sanki yaşadığımız tüm sorunlara rağmen daha güvenli, risk ve tehdidin daha az algılandığı, çıkar ve beklentilerimizin daha kolay korunduğu, refahımızın az da olsa arttığı bir bölgesel düzenin parçası olabiliriz gibi geliyor. Biraz daha gayret göstersek, malum sicil ve imajımızı düzeltsek kendimiz çok daha farklı yerlere taşıyabiliriz. Yeter ki isteyelim…