Tucker Carlson, en son FOX News’da çalışmış, sonra sosyal medya üstünden kendi kanalını kurmuş, Cumhuriyetçilere, özellikle de eski ve müstakbel başkan Trump’a yakın bir gazeteci. Bizde pek tanınmasa da Amerika’da ünlü. BBC’de kendi hakkında hazırlanan bir habere göre geçmişi çok temiz değil. Aşırı sağa ve komplo teorilerine yakın bir isim. Putin hakkında olumlu şeyler düşünmüş ve söylemiş olması da BBC ekibi tarafından habere itinayla monte edilmiş.
Ancak kimliğinin geçtiğimiz hafta Kremlin’de Putin’le yaptığı mülakatın tarihi önemini azalttığını söylemek imkansız. Çünkü Rusya lideri belki de ilk defa bu kadar açık ve sarih bir şekilde barış istediğini, iki tarafı da tatmin edecek, onurunu kırmayacak bir çözümün bulunacağına inandığı ve aslında bu çözümüm 2022’de İstanbul’da bulunduğunu, bulunduğunun Ukrayna tarafından kabul edildiğini, fakat zamanın İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın Kiev ziyaretiyle rafa kaldırıldığını söylüyor.Başka bir deyişle Rusya lideri Batılı muhattaplarına barış için başlangıç noktasının neresi olduğunu gösteriyor. Batı’dan, en çok da Amerika’dan beklentilerini tarihi arka planın içine sığdırarak anlatılıyor. 1991’den bu yana verilen fakat yerine getirilmeyen sözlere atıfta bulunuyor. Ukrayna’daki CIA destekli hukuk ve sokak darbelerinden bahsediyor, Tucker’a sizde olsaydı ne yapardınız diye soruyor. Zamanında NATO’ya katılmayı bile düşündüklerini ama Amerika tarafından reddedildiklerini aktarıyor.
İki küsur saatlik tarihi mülakatı ilginç kılan yönlerden biri de Putin’in konulara hakimiyeti ve kendine olan güveni. Ne Tucker’ın sorduğu fantastik sorular, ne de dini ve inancı önemseyen yaklaşımı nedeniyle gazetecilik refleksiyle köşeye sıkıştırma çabası onu yıldırıyor. Zor soruları gülerek ve özgüvenle karşılıyor, araya küçük espiriler serpiştiriyor, anlatmak istediğini tutarlı bir şekilde muhatabı vasıtasıyla dünyaya aktarıyor.
Söylediklerinin bence en büyük zaafiyeti böylesi mülakatlar için uzun sayılabilecek bir tarih anlatısıyla Ukrayna ve Rusya’nın aslında bir olduğunu ispatlama çabası. Bir de geçmişte Rusya olan yerlerin yine Rusya olması gerektiği iması. Bu hem varmak istediği sonuç, hem de komşularına vermeye çalıştığı güven açısından sorunlu. Üstelik tarih üstünden jeopolitik geliştirmek de dünya barışı açısından sakıncalı.
Her şeyden önce Rusya’nın da imzacısı olduğu bağıtlardaki sınırların değişmezliği ilkesine aykırı. İkincisi de tarih belirleyici olduğunda sınırların hangi yıl ya da asra göre çizileceği tartışmalı. İtalyanların Roma İmparatorluğu’nu referans almasına, bizim Osmanlı’nın heybetli günlerini esas almamıza, hatta dini siyonizmin genişleme taleplerinin haklı görülmesine yol açabilecek bir bakış açısı.
Neyse ki Putin bunları Polonya vesilesiyle kimsenin topraklarında gözleri olmadığının altını çizerek dengeliyor. Mülakatın sonlarına doğru da günün birinde Ukrayna ve Rusya’nın yine bir şekilde birleşeceğini, bugünkü sorunların aşılacağını vurguluyor ve tarih anlatısı o zaman biraz daha yerli yerine oturuyor. Görüşünü desteklemek için de savaştan bir anektod aktarıyor. Kuşatılan Ukrayna birliğinin teslim olun çağrılarına karşılık “Ruslar asla teslim olmaz” diye karşılık verdiğini söylüyor. Ve tabii ki ısrarla çözüm istediklerinden söz ediyor.
Benim cevabını bulmakta zorlandığım ve sanırım Putin’in de vermekte zorlandığı soru ise Şubat 2022’de neden saldırıya geçtikler oldu. Putin soruyu tarihsel detay içinde eritmeyi seçti ama güç kullanma tehdidinde bulunarak müzakereyle çözmek yerine güce başvurmayı neden öncelediklerini anlatmadı. Olasıdır ki, zaafiyetlerinin sergilendiğine, Kiev’deki rejimi bir vuruşta devirebileceklerini düşündüklerine girmek istemedi.
Buna rağmen yaptığı pek çok tespit değme siyaset bilimcilere, tarihçilere taş çıkartacak nitelikteydi. Amerika’nın hegemonik eğilimleri konusunda düşündükleri, kendinlerini çevrelemeye çalışmasının işe yaramadığı, Washington‘da verilen pek çok taktik kararın stratejik hatalara yol açtığı, doların silah olarak kullanılmasının sonuçta doları zayıflattığı, Bricks’in giderek daha fazla güçlendiği, Çin’in yükselişinin durdurulamayacağı benim de katıldığım tespitlerinden bazılarıydı.
Eğer dünya siyasetiyle biraz olsun ilgileniyorsanız burada yazılanlar ya da gazete ve televizyonların aktardığı özetlerle yetinmeyin bu mülakata mutlaka seyredin veya hiç olmazsa okuyun derim. YouTube’dan kolayca ulaşmak mümkün. Pek çok mecrada da İngilizce ve Türkçe tam metni mevcut. Ama amacınız Putin’i sevmek ya da nefret etmek olmasın, dediklerine odaklanın, haklılık-haksızlık paradigmasının ötesine geçin ve Ukrayna’daki savaşın durması için neler yapılması gerektiğini düşünün.
Onu dinledikten sonra ben Ukrayna’da barışın mümkün olduğuna, Rusya’nın AB üyeliğine itiraz etmeyeceğini ancak zaten baştan beri karşı olduğu NATO üyeliğini hazmedemeyeceğine kanaat getirdim. Belli ki en az Avrupa ve Amerika kadar Rusya da bu savaştan yorgun, maksimalist taleplerinin güç kullanarak karşılanamayacağının idrakinde. Putin, Ukrayna Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çıkarttığı müzakere yasağını kaldırsın biz hazırız diyor. Aynı zamanda Amerika’dan da karşılık bekliyor.
Tüm bunların ötesinde İstanbul’daki müzakerelere ve onun başarılı sonucuna yaptığı atıflar da Türkiye’ye bir kez daha önemli sorumluluk yüklüyor. Bence Türkiye’nin kendisini de günün birinde istemeden bile olsa içine çekebilecek bu savaşı durdurmak, Mart 2022’de bırakılan yerden müzakerelerin sürdürülmesini sağlamak için inisiyatif alması, bu mülakatın Amerika’daki yankılarını iyi takip etmesi gerekiyor.
Bu zamana kadar İstanbul müzakereleri, bazı esir takasları ve tahıl anlaşması başta olmak çok önemli teşebbüsler gerçekleştirdik. Diplomatik ilgimizi Ortadoğu’dan biraz da kuzeye kaydırırsak ve tevazuyu elden bırakmadan, kimseyi kırıp incitmeden bu süreci yürütebilirsek inanıyorum ki Ukrayna’da barışın sağlanmasına katkıda bulunabiliriz. Çıkan bazı haberlerden Ankara’nın şimdiden teşebbüste bulunduğu anlaşılıyor, Nisan aynı ertelendiği söylenen Putin ziyareti hedefleniyor.
Umarım o kadar beklemez, bir an önce taraflarla ve özellikle de Amerika’yla zemin yoklamaya başlarız. Unutmayalım ki Ukrayna savaşı doyuma ulaştı. Avrupa yorulmaya başladı. Ukrayna sorunu AB’de aşırı sağın orantısız büyümesine, çiftçilerin ve daha pek çok meslek grubunun sokağa dökülmesine yol açtı. Biden da en son destek paketini bir türlü yasama organından geçiremedi. Kısacası Amerika tıkandı. Carlson’un mülakatının bu tıkanıklığı daha da tıkanık hale getirmemesi mucize olur…