23 Haziran seçimleri bitti, İBB Başkanı belli oldu. Seçimin meşruiyetine ilişkin hiçbir iddia yok. Yıldırım olgunlukla yenilgiyi kabul etti, Cumhurbaşkanı Erdoğan İmamoğlu’nu tebrik etti. Kazananlar sevinçli, kaybedenlerse genelde hüzünlü. Kızgın olanlar da tabii ki var. Ama çoğunluk bu sürecin geride kalmasını, Türkiye’nin sorunlarına yoğunlaşmasını arzu ediyor, iktidar partisinin ve bloğunun seçim yenilgisinden ders çıkartmasını istiyor.
AK Parti’nin bunca yıl sonra İstanbul’u kaybetmesinin pek çok nedeni var. Bazıları uygulanan politikalarla ilgili. Belli ki Türkiye’nin en büyük kentinde insanlar dış politikadan ekonomiye, insan hakları ihlallerinden hukukun üstünlüğüne pek çok konuda rahatsız. AK Parti’ye tepki duyuyor. Bu yüzden de 31 Mart seçimlerinde oyunu CHP adayına verdi. Seçtiği Başkan tartışmalı bir kararla işbaşına gelemeyince de oy farkını 59 misline çıkarttı.
***
İktidar Partisi’nin benimsediği seçim stratejisi de işe yaramadı. Yani ötekileştirme, güvenlikleştirme, siyasi rakibi düşman olarak gösterme, bütün sorunları üçüncü taraflara ihale etme, dünya siyasetini komplolara indirgeme, son dakikada Öcalan’ı sahneye çıkartma fayda sağlamadı. İki kez yapılan seçim ikisinde de onları bekledikleri sonuca ulaştırmadı. Yine de bu kampanyayı hazırlayanlara haksızlık etmemek gerek.
Belki bu strateji benimsenmemiş olsaydı, seçmene taahhütler üstünden ulaşılmaya çalışılsaydı, AK Parti-MHP koalisyonu bu kadar bile oy alamazdı. Muhalefet her tür melanetle özdeşleştirilmeseydi, bunca yıllık iktidardan sonra yeni taahhütlerde bulunmak, bu taahhütlere seçmenlerin inanmasını beklemek gerçekçi olmayacaktı. İktidar bloğu muhtemelen kendi açısından en mantıklı görünen stratejiyi benimsedi.
Ancak daha önce Türkiye’de ve dünyanın pek çok başka yerinde denenmiş, başarılı olmuş bu seçim stratejisi bu kez başarılı olmadı. Ve görünen o ki bundan sonra da olamayacak. Çünkü CHP yeni bir anlayış ve yaklaşım benimsedi. AK Parti’nin kurguladığı paradigmalar içine kendini hapsetmekten, ana mecralar üstünden Cumhurbaşkanı ve parti temsilcileriyle polemiğe girmekten vaz geçti.
Yeni anlayışlarının adı “Radikal Sevgi”. Büyük ölçüde reklamcı Ateş İlyas Başsoy tarafından kaleme alındığı söylenen 52 sayfalık bir kitapla bu kavram çerçevesi içinde CHP’lilerin, CHP adına hareket edenlerin seçmene ne şekilde davranması, insanların gönlünü nasıl kazanması gerektiği anlatılıyor. Amerika’da yayınlanan Atlantic dergisine verdiği mülakatta Başsoy bu stratejinin temelini “Erdoğan’ı görmezden gel, ama seçmenini sev” olarak özetliyor.
Bol karikatürlü, çiçekler ve baharı simgeleyen dal çizimleriyle bezenmiş olan kitap, CHP’nin Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan yardımcısının “Türkçe, Kürtçe, Lazca, Gürcüce, Arapça, İngilizce konuşabiliriz ama en önemlisi “İnsanca” konuşmak” diye sonlanan önsözüyle başlıyor. Sonra radikal sevgi, siyasetsiz seçmen gibi kavramlar tanıtılıyor. CHP’lilere dinin ve kinin ne anlama geldiği hatırlatılıyor.
Daha sonra da kibirden, alaycılıktan, yüksek siyaset konuşmaktan, telaştan kaçınmaları gerektiği söyleniyor. Son bölüm kampanya yapmanın ilkeleri üstüne. Bu ilkelerin arasında akademik kökenlilerin sevmediği ve beceremediği kavramsal konuşmamak da var. Son sayfalar ise Yunus Emre’ye, Mevlana’ya, Hacı Bektaş-i Veli’ye ayrılmış. Behçet Necatigil’den bir şiir ve arka kapağa konan ünlü yazar John Fowles’ten bir alıntıyla kitap bitirilmiş.
Eğer CHP’yi destekleyen kanaat önderleri de bu kitabı gereği gibi okursa, CHP’liler sevgi stratejisini samimiyetle benimserse bundan sonraki seçimlerde iktidar bloğunun işi daha da zor olacağa benzer. Benim izlenimim hayatı ve dünyaya bakışı bu anlayışla, bu stratejiyle zaten uyumlu olan Ekrem İmamoğlu’nun anlatının özünü çoktan içselleştirdiği, siyaset yapma biçimi haline getirdiği yönünde.
***
Umarım AK Parti kadroları da bu kısa kitabı okurlar, kendileri açısından gerekli sonuçları hem kitaptan, hem de kendi hatalarından çıkartırlar. İnandırıcı olmaları için bu zamana kadar izledikleri politikaları değiştirmelerinin şart olduğunu, insanların gerilim değil güven, huzur ve sevgi aradığını, huzurun troller ve güdümlü kalemlerle değil hukukun üstünlüğüyle sağlandığını görürler. Kozmetik tedbirlerle, sorumluluğun bakanlara ve teşkilata yıkılmasıyla bu süreci geçiştirmeye çalışmazlar.
Ben umutluyum. Sabah gazetesinde manşetlere yansıyan değişim, iktidara yakın köşe yazarlarının üslubundaki arayış, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar daha huzurlu, daha güvenli bir ülkede yaşayabileceğimize işaret ediyor. Beklentim bu değişimden yargının da bir an önce nasibini alacağı, Adalet Bakanı Gül’ün kast ettiklerinin gerçekleşeceği, başta Osman Kavala ve Yiğit Aksakoğlu gibi suçluluğu bariz şekilde tartışmalı insanların önce tutuksuz yargılanmalarının sağlanacağı, sonra da adaletin Türkiye’ye yakışır şekilde tecelli edeceği yönünde…