Dünya düzenini korumak, büyük savaşların ve krizlerin çıkmamasını sağlamak için üç farklı öğreti beş farklı yöntem önerir. İlki güç dengesidir. Anarşik bir sistemde, yani devletler üstü otoritenin olmadığının varsayıldığı, devletlerin savaşa her zaman hazır olmak zorunda kaldıklarının düşünüldüğü Realist öğretide, savaşın çıkmaması için yapılması gereken güç dengesini korumaktır.
İkinci yöntem dünyada var olan eşitsizliği ve adaletsizliği ortadan kaldırmaktır. Bunun klasik reçetesi kapitalizminden sosyalizme geçmektir. Varsayılır ki sömürüye dayanmayan, sermayenin yönetmediği, dolayısıyla pazar, yatırım ve hammadde için rekabetin olmadığı bir dünyada savaş ve/veya kriz olmaz. Haklı olabilirler ama hedefledikleri amaca varmak için seçtikleri araç da ne yazık ki savaşı, krizi ve şiddeti dışlamamaktadır.
Üçüncü çare ise yukarıdaki iki yaklaşımdan farklı bir varsayıma dayanır ve devletler arasında da, insanlar arasında da temelde çıkar çatışması değil, çıkar uzlaşması olduğunu söyler. Çatışma demokrasi, uluslararası düzenlemeler ve ticaret yoluyla aşılabilecek bir engeldir. Kant’tan bu yana devletlerin demokratikleştikçe savaşmayacağı iddia edilir, bu iddialar da gerçeklikle beslenir. Demokrasiler savaşsalar bile, kriz yaşasalar dahi demokratik olmayan ülkelerle krizler yaşarlar ve/veya savaşırlar.
O zaman çare demokratikleşmeden, savaş kararı alanların halkına hesap verebilir hale gelmesinden geçmektedir. Bütün ülkelerin demokratik olduğu bir dünyada savaşlar olmayacaktır. Bu iddianın ne kadarı gerçek, ne kadarı hayal kestirebilmek zordur. Ancak içinde doğruluk payı olmadığını söylemek imkansızdır. Ülkeler demokratikleştikçe istişare gerçekten daha çok işlemekte, keyfi savaşlar ortaya çıkmamaktadır.
Yine de öğretide demokrasilerin daha iyi ve daha çok savaştığını, savaşacağını iddia edenlerin olduğunu da vurgulamak gerek. Ayrıca demokrasinin ne olduğu, hangi kıstasa göre ölçüldüğü, demokrasiler savaşmamalarını nedeninin birbirlerine bakışlarından mı, yoksa başka sorunlar ve hasımlar karşısında ortak çıkarları etrafında daha kolay birleşebilmelerinden mi kaynaklandığı konusunda yazılmış bir sürü kitap ve makale de mevcut.
Yine aynı varsayıma, yani çıkar uzlaşmasının var olduğuna dair inanca dayanan bir başka yöntem ya da çare de çatışmaların, krizlerin yönetilebileceği mantığına dayanır. Onlara göre hukuk, uluslararası örgütler ve rejimler bu yüzden vardır. Barış bozulamaz bir bütün olduğu ve devletler bugün komşusuna saldıranın yarın kendisine de saldırabileceğini düşüneceği için saldırganlık karşısında ortak hareket edecekler, barışın korunmasını sağlayacaklardır. Önemli olan kurallar koymak, kuralları koruyacak örgütler kurmaktır.
Dikkat ettiyseniz ilki dışında uluslararası barış ve güvenliği korumak için önerilen diğer tedbirler ütopiktir. Devletlerin ve insanların belli bir şekilde hareket edebileceği, belli bir bilinç kazanabileceği, diyelim ki sömürünün, diyelim ki saldırganlığın tanımlanabileceği inancı üstüne oturur. Oysa ilkinde devlet davranışı olduğu gibi kabul edilmiş, güvenliğin sağlanması için güç dengesinin korunması gereği öngörülmüştür. Diğerlerinin de barışa, güvenliğe, istikrara katkısı yadsınamaz ama kendi başlarına çare üretmeleri pek mümkün değildir.
İlk yaklaşıma zaten bu yüzden Realizm, “gerçekçilik” denmektedir. Realizme yakın, özünde idealizm olsa da bir başka gerçekçi yaklaşım da devletlerin ticaret vasıtasıyla birbirine yakınlaşacağını, ticari çıkarların karmaşık bir ilişkiler ağı yaratacağını varsayar ve söyler. Birbiri ile ticaret yapan iki devlet eğer rasyonelse, çıkarları doğrultusunda hareket ediyorsa, halkı refahı önemsiyorsa, sorun çıkartmak, çıkan sorunları tırmandırmak istemez. Bu yüzden de dünya siyasetinde ticaret sadece ticaret değildir.
Ticaret devletler arasında bağlar yaratır, iki tarafın eşit miktarda olmasa da kazanmasını sağlar. Yapılan ticaretten kar edenler kendi devletleri üstünde az ya da çok baskı oluştururlar, ilişkiler bozulmasın diye lobi yapar. Gücünüz yoksa ticaretiniz işe yaramayabilir ya da güvenliğiniz tehdit altındaysa, ticareti bir yere kadar düşünürsünüz. Tehdit ciddiyse ticaret ve ticarettin yarattığı ağlar anlamını yitirir. Fakat ticaret özünde siyasete, sadece refahın değil uluslararası istikrarın korunmasına da yardımcı olur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan kurgulanan ve giderek gelişen dünya düzeni yukarıda sıraladığımız tüm bu yöntemleri, çareleri içinde barındıran bir sistemdir. Özünde demokrasi ideali de vardır, BM ve AGİT gibi ortak güvenlik örgütleri de, güç dengeleri de. Çatışan çıkarlar bu karma anlayış sayesinde küresel bir savaşa yol açmamış, biraz ticaretle, biraz siyasetle, biraz da diplomasiyle sorunlar yönetilebilmiştir.
Ama görünen o ki bu düzenin sonuna doğru yaklaşılmakta, düzeni koruması ve kollaması gerek hegemon güç düzeni yıkabilecek hamleler yapmaktadır. Başkan Trump, bir yandan İran kararı gibi tek taraflı tasarruflarıyla Avrupalı müttefiklerini kendisinden uzaklaştırırken, diğer yandan serbestleşmesi gereken ticareti korumacılık kalkanı altına almakta, en yakın ticari ortaklarına karşı yaptırımlar uygulamakta, ticaret savaşlarını tetikleyecek hamleler yapmaktadır. Varsayımı belli endüstrileri kollamak, refahın küresel yayılmasına engel olup ülkesinde toplanmasını sağlamaktır.
Bunu başarabilir mi, içe kapanmakla Amerika’nın genel refahını arttırabilir mi iktisatçıların üstünde düşünmesi, tartışması gereken bir konu. Sorunun siyaset bilimcileri ilgilendiren tarafıysa sistemin tüm destek mekanizmalarının bizzat sistemi korumakla mükellef olan bir ülkenin çökertiyor olması. Evet, bundan askeri savaşlar muhtemelen çıkmaz. Ama ticaret savaşları bile bizi yorar. Her kriz kullanmasını bilenlere fırsatlar yaratsa da bir krizin çıkabileceğini, güç dengelerini değiştirebileceğini, bizi derinden etkileyebileceğini şimdiden hesaba katmamız gerekiyor…